|
Nekbe’yi bir kere daha düşünmek

Tel Aviv'deki bir tiyatro salonunda İsrail'in kuruluşunun ilân edildiği 14 Mayıs 1948'den günümüze 69 yıl geçti. Hemen ertesi gün patlak veren savaşla birlikte, en az 750 bin Filistinlinin yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmasına, 500'den fazla köy ve kasabanın da yok olmasına neden olan süreç, Araplar arasında 'Nekbe' yani 'Büyük Felâket' olarak anılıyor. Bugün dünyanın dört bir yanında 7 milyon dolayında Filistinli mülteci olduğu tahmin ediliyor.



1998'den beri 15 Mayıs'ı “Nekbe Günü” olarak anan Filistinliler, ellerinde taşıdıkları sembolik anahtarlarla “Vatanımıza bir gün döneceğiz” sloganları atıyor. Yeniden dönüş umudu güzel bir temenni olmakla birlikte, günümüzün mevcut şartları içinde bunun mümkün olmayacağını da herkes fark ediyor. Zaten, giderek ilkokul müsamerelerine benzemeye başlayan Nekbe Günü etkinliklerine katılımın son yıllarda azalması da bunu gösteriyor.



Zaman geçtikçe, içinde yaşanan şartlar kendini 'realite' olarak dayatıyor. Filistin halkı da, sloganik düzeyde idealleri seslendiriyor olsa da, işgalin acı gerçekleriyle yaşamaya alışıyor. Bölük-pörçük tepkilerle ya da dağınık karşı çıkışlarla yok edilemeyecek topyekûn bir baskıyla karşı karşıya olunduğu artık anlaşılıyor. Dahası, problemin sadece İsrail işgalinden kaynaklanmadığı, aksine çok boyutlu bir problemler yığınıyla yüzleşmek mecburiyetinin olduğu görülüyor.



***



İslâm dünyası henüz Filistin hakkında zihnini netleştirmiş değil. Meseleye en saf ve siyasi kazançlardan uzak şekilde yaklaşan Türkiye'yi bir kenarda tutarsak, Filistin meselesi iç siyasetin ve demagojilerin konusu. Birçok ülkede liderler ve hükümetler, Filistin ve Kudüs davasını kendi halklarının gazını almak için istismar etmekten çekinmiyor. 'Filistin', çok kullanışlı bir malzeme, her açıdan. Filistin'i bölgesel millî hegemonya arzularını perdelemek için kullanan ülkeler de yok değil.



Filistin, İslâm dünyası için cami avlusunda bulunmuş bir bebek gibi adeta. Tamamen terk edilemiyor, ama eve alınıp öz evlat gibi de bakılamıyor. Belli zamanlarda dile dolanan, hamasi nutukların içinde adı bol bol geçen, ancak bir türlü rekabet ve düşmanlıklara meze olmaktan kurtulamayan bir konu Filistin.



Filistin halkının yaklaşık 100 yıldır karşı karşıya bulunduğu trajediler silsilesi, İslâm dünyasının Filistin'le ilgili kararsızlığının ve gelgitlerinin doğrudan bir sonucu. Özellikle Araplar arasındaki bitmek-tükenmek bilmez gerilimler, Filistin halkının acılarını ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Bugün de Filistin'e İsrail işgalinden daha fazla zarar veren şey, bu bölünmüşlük ve dağınıklık. Ve İsrail, bunun gayet farkında.



İslâm dünyası, her türlü siyasi hesap ve kurnazlıktan uzakta, Filistin davasını saf ve somut biçimde ele almadıkça herhangi bir ilerlemenin sağlanabilmesi de mümkün değil bugün. Romantik törenlerle, hamaset ya da sloganlarla bir yere varılamaz.




***


Filistin halkı, İslâm dünyasının en iyi yetişmiş halklarından biri. Ana dil düzeyinde Arapça ve İbranicenin yanında, İngilizce ve / veya Fransızca bilgisi, oldukça sıradan. On yıllardır süren baskılara rağmen, var olma enerjisini ve azmini yitirmemiş bir halk var karşımızda.



İslâm dünyasındaki birçok lideri ve yönetimi endişelendiren ve düşündüren şey, bu enerjinin nasıl kontrol altına alınacağı. Filistin konusunda süregelen kafa karışıklığının sebebi de bu: Dizginlenemez, kontrol edilemez, bağımsız bir Filistin, bilhassa Arap yönetimlerinin korkulu rüyası. Perde önündeki bazı kuklalarla idare etme çabası da bu yüzden zaten.



Ama tarih, her zaman olduğu gibi, insanoğlunu yine kendi kurallarına boyun eğdirecek. Gün gelecek, işgal bitecek. Gün gelecek, Filistinlilerin saklı cevheri ortaya çıkacak. Gün gelecek, bugün ertelenen bütün hesaplar bir bir görülecek. O zaman, adil olma ve adaletle hükmetme imtihanında sıra Filistinlilere gelecek.



***



Arapların Cebel el-Meşârif, Yahudilerin Har HaTsofim dedikleri Scopus Dağı, Kudüs'ün kuzeydoğusunda bulunan 834 metrelik bir yükseltidir. Bugün Kudüs İbrani Üniversitesi ve Hadassa Tıp Merkezi gibi Yahudilere ait iki önemli kuruma mekân olan dağ, stratejik konumundan dolayı tarih boyunca hep göz önünde olmuş. Kudüs'e yönelik kuşatmalar hep buradan yönetilmiş, şehri ele geçirmeye niyetlenen güçler ilk önce mutlaka burayı kontrol altına almışlar. İkinci Mabed'le birlikte Kudüs'ü yerle bir eden Romalı komutan Titus, Haçlılar ve General Allenby... Hepsi burda kamp kurmuş.



Yahudilerin buraya Har HaTsofim (İzleyenler Tepesi) demelerinin ilginç bir hikâyesi var: Romalıların ve sonradan Hıristiyan hâkimlerin, Yahudilere Kudüs'e girmeyi yasakladıkları dönemlerde, Yahudiler yalnızca bu tepeden Kudüs'ü izleme hakkına sahipmiş. Bugün Filistinlileri Kudüs'ten ve Mescid-i Aksâ'dan uzaklaştırmak için her yola başvuran İsrail'in yaptığı da bundan farklı değil.



Filistin toprakları, tarihin durmaksızın tekerrür ettiği bir coğrafya. Yukarıdaki örnek gibi yüzlerce durum yaşanıyor bugün. Tarihi ve günümüzü dikkatle okuyarak, geleceğe dair mantıklı ve makul perspektifler çıkarmamız mümkün. Nekbe'nin 69'uncu yıldönümünde, Filistin davasına bir de bu açıdan bakmaya değer.


#Nekbe
#Filistin halkı
#İslâm dünyası
7 yıl önce
Nekbe’yi bir kere daha düşünmek
Daha dirayetli olmalıyız
Yalan, nasıl ortak bir etik koduna dönüşür? FETÖ yargılamalarında ortaya çıkan gerçek
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı