|
İslam kardeşliğinin Mali"ye bakan yüzü

Aslında yaklaşık bir yıl önce askeri darbeyle başlayan, Tuaregler ve cihatçı selefi grupların kuzeyde bağımsız devlet kurmalarıyla ivme kazanan ve nihayet Fransa"nın askeri müdahalesiyle acil gündeme giren Mali meselesi, bölgenin siyasi geleceği kadar ümmet şuurumuz açısından da hayli önemli bir yer işgal ediyor.

Mali bir ilk değil. İşgale uğramış İslam topraklarında benzer senaryolara yıllardır şahit oluyoruz. İşgale bahane kılınan kurmaca gerekçelere bir şekilde adı karışmış bazı İslamî gruplar ve karşılarında sözüm ona ülkenin âlî menfaatlerini korumaya çalışan işgalci batı güçleri. Diğer tarafta, genellikle uluslararası haber servislerinden beslenen yerli medya aracılığıyla olayları takip eden büyük Müslüman kitlenin şaşkınlığı.

Bölge Müslümanları karşısındaki tavrımız açısından bakıldığında da tam anlamıyla bir sınavdayız. Mikro ölçekte haklıya haksıza nasıl karar vermeli, makro ölçekte hadiseyi nasıl değerlendirmeliyiz? Ayrıca ortaya nasıl bir çözüm yolu koymalıyız?

Bu durum benim nasıl kafamı kurcalıyorsa sanırım sizin de kafanızı kurcalıyordur. Çünkü hassas bir durumla karşı karşıyayız. Belli bir İslamî grubun, güya bölge Müslümanları adına işgalci gayri müslimler eliyle cezalandırılması sözkonusu. Çok şükür şunun farkındayız; bölge insanının maslahatı bahane. İşgalcilerin asıl amacı bölgedeki nüfuzlarını korumak, yeni nüfuz dağılımında etkin pozisyon almak.

Durumu bizim için ayrıca hassas kılan diğer bir husus, senaryonun Müslümanlar üzerinde oynanıyor olması. Güneyli olsun kuzeyli olsun, ortada Malili müslümanların hak ve hasiyeti gibi, dünyanın diğer ucunda da olsak yüreğimize emanet edilmiş bir sorumluluk var. Zira Müslümanlar olarak Allah"ın kardeş kıldığı insanlarız. (Hucurat, 10) Yine Müslümanlar olarak Allah"ın tek/bir kıldığı ümmetin çocuklarıyız. (Enbiyâ, 92)

Bölgede nelerin olup bittiği, kimin haklı kimin haksız olduğu sorusu, Müslümanlar uluslararası haber servislerinden bağımsız sahih haber ağını kurup verileri kendi kriterleriyle değerlendirmedikçe tatminkar cevap bulamayacak.

Bölgenin tarihî-kültürel dinamiklerini, hali hazır etnik ve dinî unsurlarını ve unsurlar arası ilişkileri iyi bilen uzmanların daha sahici ve daha somut yorumlarına ihtiyacımız var.

Şu aşamada Mali"nin kuzeyinde bağımsız devlet kurmuş grupların bozgunculuk yaptığını gösteren sahih haber ve kritiklere sahip olduğumuzu söylemek kolay görünmüyor. Kendimizi bölge insanlarının yerine koyarak düşünelim. Halkından çok Fransa"nın çıkarlarına odaklı bir siyasi düzenin hâkim olduğu, politik istikrardan mahrum bir ülke var ortada. Bu ülke zengin altın ve uranyum kaynaklarına sahip olmasına rağmen yer altı-yerüstü zenginlikleri dışarıya akan dünyanın en fakir ülkelerinden biri ayrıca. Hukuk ve özgürlük gibi normlardan gereği gibi sadece seçkinlerin faydalandığı keyfi sistem. Üstelik bu ülkede kısa bir süre önce darbe olmuş, otorite boşluğu oluşmuş. Bu ülkede yıllar önce işgalcilerin çizdiği suni sınırlar marifetiyle nüfusu altı ayrı ülkeye dağılmış, devlet otoritesinden yoğun baskılar görmüş bir halk olarak Tuareglerden söz ediyoruz. Bu halkın doğan otorite boşluğunda, diğer ülkelerin sınırlarına saygı duyacağını ilan ederek kendi topraklarında bağımsız devlet kurma girişimini, sadece işgal gerekçesiyle yargılamak çok sağlıklı değil. Ayrıca bölgedeki cihatçı selefi grupların bu durumu fırsata dönüştürüp şeriat devleti kurma girişimlerini de buradan çok sağlıklı biçimde değerlendiremeyeceğimizi düşünüyorum.

Türbe yıkımları, kütüphane kundaklamaları vb. ekseriyetle Batı medyasının servis ettiği haberler tatmin edicilikten uzak. Alternatif kaynaklar bu haberleri yalanlıyor. Kütüphanelerin cihatçı selefi gruplar tarafından kundaklandığını gösteren herhangi bir veri yok. Esasen Sky News gibi bazı batılı haber kanallarının ortaya koyduğu veriler, kütüphanelerin yakılmayıp, özellikle boşaltıldığına, belki de yağmalandığına dikkat çekiyor. Yağmalamaların, cihatçı grupları itibarsızlaştırmak amacıyla tertiplenmiş birer provokasyon olabileceğini düşünmek zor değil. Kaldı ki cihatçı gruplar bölgede bir süredir hâkim vaziyettelerdi. Kütüphaneyle dertleri olsaydı bugüne kadar bunu çoktan yaparlardı.

Türbe yıkımları üzerine konuşulabilir. Cihatçı selefi grupların bidat anlayışları doğrultusunda, türbelere karşı tepkili olduklarını genel olarak biliyoruz. Ama alternatif kaynaklar bu konuda da dezenformasyon ihtimaline dikkat çekiyor. İlgili kaynaklar sadece Sîdî Yahya türbesinin kapısının yıkıldığını bildiriyor. Bunun da gerekçesi zikrediliyor. Kapının şehri koruyacağı, kıyamete kadar yıkılmayacağı, yıkmaya kalkan kimsenin başına işler geleceği yönünde kapının üzerinde bir yazı olduğu ve bunun halkın inancında önemli bir yer tuttuğu bilgisine yer veriliyor. İlgili kaynaklar kapının sırf bu inancı kazımak için yıkılıp yeniden yapıldığını bildiriyor.

Belki bu bilgiler de doğru değildir. Bu durumda her iki taraftan gelen haberlere de belli bir mesafeden bakmalı, hadiseleri belli bir cephenin etkisinde kalmadan serinkanlı biçimde değerlendirmeliyiz.

Eminim böyle bir değerlendirme, Batı medyası tarafından müdahaleyi meşrulaştırıcı argümanlardan birine dönüştürülen "medeniyet düşmanlığı" söylemi karşısında bizi temkinli olmaya itecektir. Ayrıca Fransız müdahalesini, gerek kültürel mirasın korunması gerek bölgedeki siyasi istikrar adına "keşke buna gerek kalmasaydı, ama sonuçta olmalıydı" diyerek onaylamanın da haklı gerekçesi olmadığı açık.

Çözüme dönük sorulara gelince bunların cevabını diğer meselelerde olduğu gibi yine İslamî kaynaklarda aramak durumundayız. Mali, nüfusunun yüzde doksan beşi Müslüman olan bir ülke. Yerleşik devlete karşı ayaklanan militanların hakim olduğu Kuzey bölgesi de, devletin hakim olduğu Güney bölgesi de Müslüman. Yani Fransızcadan daha köklü ve daha fazla çözüm vadeden ortak bir dile ve Kur"an"ın benzer durumlarda vaz ettiği çok daha kardeşçi çözüm yollarına sahipler.

Kur"an-ı Kerim çözüm yolunu çok açık ve net ortaya koyuyor: "Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah''ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever." (Hucurât, 9)

Temelde Kur"an iki Müslüman grup arasındaki kavgayı bir iç mesele olarak takdim ediyor. Dışarıya aksettirilmeden Müslümanların kendi aralarında halletmelerini öneriyor. Önce sulh yolunu denememizi, sonuç alınamazsa sulha yanaşmayan tarafı sert güç kullanımıyla yola getirmemizi istiyor bizden. Bu aşamadan önce yumuşak güç kullanımı da devreye sokulabilir.

Ayette belirtilen çözüm yolunun kullanılabilmesi nüfuzlu bir İslam birliğini gerektiriyor. Tarafları dinleyecek, haklıya haksıza karar verecek, gerektiğinde sulh, gerektiğinde ceza seçeneğine başvurabilecek güçlü ve bağlayıcı bir İslam birliği.

Biliyoruz ki ortada taraflara söz geçirebilecek nüfuzlu bir İslam birliği yok. Bu ve benzer sorunlarda bunun faturasını acı ödüyoruz. Sadece Orta-Afrika"da değil, bütün İslam coğrafyasındaki manzara, müslümanların birliği, bütünlüğü ve geleceği açısından iç burkucu. Ayrı ayrı hesaplar yapıyor, ayrı ayrı güçlere angaje oluyor, kurmaca krizlere saplanıp dışa bağımlı egemen elitlerin ağzıyla, zenginliklerimize göz dikmiş düşmanlarımızı imdadımıza çağırarak kaynaklarımızı sömürmelerine fırsat veriyoruz.

Hâkim uluslararası düzen İslam kardeşliği esasında yükselen güçlü ve sahici bir ittifaka geçit vermiyor, biz de mevcut yapıyı bugünden yarına değiştirme imkânı bulamıyoruz. Dolayısıyla Mali işgaline şu aşamada dualarımızın yanında belki ancak kınama ve protestolarla karşı koyabiliyoruz.

Ancak çok sinsi bir zaafımız var, konjonktüre yön veremediğimizde bir süre sonra konjonktüre göre düşünmeye, hissetmeye başlıyoruz. Çünkü konjonktür karşısında hayli kırılgan bir yapıya sahibiz. Evet, fıkıh vakıayı hesaba katar, zaruret, def-i mefsedet, ehven-i şer gibi prensipleri işleterek ruhsatlar ve geçici çözümler geliştirebilir. Ancak akide vakıaya göre şekillenmez. Akideden beslenen düşünce ve duygu yapımız da ideal ölçülere bağlıdır, konjonktürün dönüştürücü gücüne karşı bu ölçülere tutunarak direnir. Dolayısıyla Mali ve benzer işgaller karşısında hiç olmazsa kafamızı ve kalbimizi medyatik işgale karşı korumalıyız.

Bir gayr-ı müslim ülke/birlik bir Müslüman ülkeye/gruba saldırdığında orada Müslümanların mezhep, meşrep ve gruplarının adı konuşulmaz. Ortada kardeşimize yapılmış bir saldırı vardır. Mezhep, meşrep ve grup tartışmalarımız orada rafa kaldırılır, önce kardeşliğin hakkı ödenir. Bu bakımdan henüz işgalin hengâmesindeyken olanlardan selefi grupları sorumlu tutmak, medeniyet düşmanlığı söylemine prim vererek cihatçı selefîleri mahkûm etmek etraflı tahlillere dayanmadığı gibi bir yandan işgal karşısında zihinleri bulandırıyor, diğer yandan aramızdaki mesafeyi büyütüyor.

11 yıl önce
İslam kardeşliğinin Mali"ye bakan yüzü
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..