|
Makam târifi bile beste gibi ve Itrî ödülleri

1673-1723 yılları arasında yaşamış ve yaklaşık otuz yılını İstanbul'da geçirmiş olan Dimitri Kantemiroğlu, “Kitâbu 'Ilmi'l-Mûsikî 'alâ vechi'l-Hurûfât (Mûsikî İlmini Harflerle Tesbit ve İcrâ Kitabı)” adlı eserinde, Sabâ makâmını şöyle tarif ediyor: “Sabâ makâmı, bir şirin ve lâtif makamdır. Sabâ perdesi, Çargâh ile Nevâ'nın arasında olan nîm perdedir. Hareket-i âğâzesini Dügâh perdesinden şürû' idüb ve Segâh, Çargâh çıkub, anda biraz meks idüb, Sabâ perdesini ohşayarak bâsar. Âna göre tizden nerme gelinse üç perde ile kendüyi beyân ider ve Dügâh perdesinde bi't-temam icrâ ider. (…) Zikr olunduğu üzre, Dügâh perdesinden hareket idüb ve Segâh, Çargâh çıkub kendü perdesine bâsar velâkin hiç meks eylemeyüb ve Nevâ perdesini aşub Hüseynî perdesine çıkar; anda temâm perdeler ile Tiz Hüseynî'ye dek çıkmak hükmi vardır. Andan gene ol yoldan 'avdet idüb ve Hüseynî perdesinden gene Nevâ perdesini sıçrayub kendü perdesine bâsar. Andan temâm perdeler ile Dügâh perdesinde karar kılar.”. Yalçın Tura hocam, bu mühim ve değerli çalışmasında metni şöyle sâdeleştirmiş: “Sabâ makâmı sevimli ve hoş bir makamdır. Sabâ perdesi, Çargâh ile Nevâ'nın arasındaki yarım perdelerdendir. Sabâ makamının seslendirilişine Dügâh perdesinden başlanır. Makam, Segâh'a ve Çargâh'a çıkıp Çargâh'da biraz durur. Sabâ perdesini okşar ve yoklar. Oradan aşağı doğru gelindiğinde de, üç perdeyle kendini gösterir ve Dügâh'da karar kıldığında, tastamam icrâ edilmiş olur. (…) Anlatıldığı gibi Dügâh perdesinden hareket ettikten sonra, Segâh'a ve Çargâh'a çıkıp, kendi perdesine varır; fakat hiç durmadan Nevâ perdesini aşıp Hüseynî perdesine ulaşır. Oradan tam perdelerle Tiz Hüseynî'ye çıkma hükmü vardır. Aynı yoldan geri dönüp Hüseynî'ye ve Nevâ perdesini gene atlayıp kendi perdesine basar. Oradan tam perdelerle inip Dügâh perdesinde karar kılar.”



Bu, Kantemiroğlu Edvârı'ndan, Sabâ makâmı tarifi. Diğer makam tariflerinde de aynı hoş anlatım var. Osmanlı-İslâm mûsikîsinde basit bir makam dizisi bile adeta bir “sanat eseri” gibidir. Makam dizisi, bir beste gibidir. Durak perdesinden başlayın, güçlü perdesinde bir asma karar yapın, sonra tekrar tiz durağa doğru seyredin, tiz durağı gösterdikten sonra, tiz durak ile güçlü perdeleri arasında gezinin. Sonra güçlü perdesinde tekrar asma karar yapın, makamın karakteristik perdelerinde küçük kalışlarla ve hoş çeşnilerle durak perdesine doğru seyredin, durak perdesinde yedenli bir karar verin, işte size bir makam seyri ve basit de olsa bir beste.



Aslında ve elbette her şey bu kadar basit değil. Ancak bunu bile yapmak ve bir güfteye giydirmekle bir beste yapmak mümkün. Makam tarifi o kadar açık ve öğretici yapılmış ki, bu tarifi önüne koyup bir beste yapmaya kalkan ortalama bir müzisyen bile, güzel bir beste çalışması ortaya koyabilir. Tabii yemek tarifi gibi makam tarifinden hareketle ve biraz dikkatlice giderek bir beste yapmak mümkün, ama bu hiçbir zaman usta bir bestekârın yaptığı “şâheser” bir besteye benzemeyecektir. Makam, biraz mûsikî kabiliyeti olan kimsenin elinde şekil alabilir özelliklere sahiptir. Tabii ki ustanın yaptığı iş başka olacaktır… onun için ustanın yaptığı beste “eser” olarak tanımlanır.



Batı müziğinde bir majör veya minör dizi, sadece bir malzemedir. Besteciye malzemeyi verir ve besteci bu malzemeyi kullanarak beste yapar. Elbette burada da ustalık ve kabiliyet önemlidir. Ama bizim Osmanlı-İslâm mûsikîsinde bir makam dizisi bile, neredeyse başlı başına bir sanat eseridir. Tabii ki makamın kullanımında da ince işçiliğe, hassasiyete, kabiliyet ve ustalığa ihtiyaç vardır. Bu incelik ve hassasiyet, iyi bestekâr-kötü bestekâr, çok çok iyi bestekâr-dâhî bestekâr arasındaki farkları belirler. Mûsikîmizin bu niteliği, İslâm kültür ve medeniyetinin kendi mensublarına sunduğu bir nimettir.



Itrî Türk Mûsikîsi Ödülleri hakkında

Geçtiğimiz hafta Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ile Beyoğlu Belediyesi, 2015 yılı Itrî Türk Mûsikîsi Ödülleri “dağıttılar”. Ödül verilenlere bir şey söylemeyi aslında söylenecek çok şey olmasına rağmen bu yazıda gerekli bulmuyorum. Fakat ödül verme şekli hakkında birşeyler söylemek gerekiyor, çünkü birşeyler söylemek, ödül verme işinin nasıl bir anlayış ile yapıldığını anlamak açısından önemli. Ödül verme şekli hakkında, anlayanlar için sadece bir-iki cümle yeterli olur sanıyorum: Bu ödül, kişisel bir ödül değildir, T.C. Kültür Bakanlığı'nın antetini taşımaktadır ve kişisel ilişkilere, alışverişlere, minnet borcu ödemeye dayalı bir ödül olmamalıdır ve bu tür “devletin bir bakanlığının dâhil olduğu ödüllendirmeleri ve ödülleri”, kendi ilişkilerimiz, alışverişlerimiz, minnet borcu ödemelerimiz uğruna değersizleştirmeye hakkımız yoktur, bu düşünceyle yapılan ödüllendirme ve “dağıtılan” ödüller, bu ödülün amacına uygun olmayabilir, ödülün prestij ve ciddiyetini düşürür. Ayrıca halk müziğimizi Türk müziğinin dışında düşünmek sakat bir düşüncedir ve üstelik Kültür Bakanlığı ünvanına ve bu bakanlığın bütün toplumu kuşatıcı olması gerektiği prensibine yakışmamaktadır. Itrî ödüllerinde halk müziğimize dâir bir ödül kategorisinin bulunmaması üzücüdür. Kimseyi kastederek söylemiyorum ama, bu tür ödüllere kişisel siyâsi ikbal hesaplarımızı ve ihtiraslarımızı harmanlamak da doğru ve ahlâkî değildir.



Sadece Itrî ödülleri ile ilgili değil ama, ülkemizde ödül verme biçiminden tutun da ödül alanların bu ödülleri ne kadar hak ettiklerine, ödül organizasyonlarının nasıl gerçekleştirildiğine varana kadar yazılacak çok şey var. Şimdilik bu kadarla yetiniyorum.




#Itrî Türk Mûsikîsi
#Itrî ödülleri
#Makam târifi
#Segâh
#Çargâh çıkub
8 yıl önce
Makam târifi bile beste gibi ve Itrî ödülleri
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz