|
Sayın Kültür Bakanı, Türkiye’nin güçlü bir opera geleneği yoktur

Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünal, gelenekten beslenmiş, geleneğin birikimiyle dünyaya bakabilen, bununla da yetinmeyip geleneğin referansıyla modern dünyaya önerilerde bulunabilen bir bakan görünümü veriyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kültür Bakanı için bence bu önemli bir kazanım. Ancak, 20. 04. 2016 tarihinde Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmed Hakan Coşkun'la yaptığı röportajda “Baleyi, operayı küçümser misiniz?” şeklindeki soruya verdiği cevap karşısında hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim. Çünkü cevap, satır aralarında okunabilen pozitif düşüncenin yanında, bazı yanlış bilgileri de içeriyor ve bu yanlış bilgiler zihnimde beliren “gelenekten beslenmiş bakan” imajını flûlaştırıyor. Meselâ opera ve bale hakkında sorulan soruya verdiği cevab, tartışmaya açık bir cevab. “Baleyi, operayı küçümser misiniz?” şeklindeki soruya Sayın Bakan'ın verdiği cevap şöyle: “Hayır… ama şunu belirtmek gerekir: Bir sanat dalının bazı yaşam biçimlerine uymaması söz konusu ise bunun dayatılmasına karşıyım. Bunun benim yaşam biçimime uymuyor olması, yanlış olduğu anlamına da gelmez. Benim tarafımdan mutlak olması ve yüceltilmesi anlamına gelmeyeceği gibi… Opera, bale… benim bu konuda temel düşüncem şu: Opera büyük devletlerin yumuşak gücüdür. Şu anda Türkiye gibi güçlü bir opera geleneğine sahip ancak 10 ülke sayabilirsiniz. 1900'lü yılların başından beri Türkiye'nin çok güçlü bir opera geleneği var. Şimdi benim elimde böyle bir sanat gücü varken ben operaya nasıl karşı çıkayım? Tam tersine operanın içeriğine katkı sunup yapısal özelliklerini güçlendirmeliyim.”



Sayın Bakan'ın bu açıklaması karşısında şu düzeltmeyi yapma ihtiyacı hissediyorum. Her şeyden önce opera, Avrupa bilim, sanat ve düşüncesinin yeniden tasarlandığı Rönesans döneminde ortaya çıkmış bir “tasarım” müziğidir ve ondokuzuncu yüzyıl İstanbulu'nda ilk örneklerine rastlansa bile Türkiye'ye tam olarak cumhuriyet döneminde, “müzik devrimi” ile girip yerleşmiş ve eğitimi verilmeye başlanmış bir batılı formdur. Müzik devrimi, bin yıllık müzik kültür ve geleneğine sahib milletimize dayatılan batı müziğinin yerleşmesi adına yapılan bir devrimdir ve bu devrim neticesinde batı müziği, bu halkın kültürüne ve yaşama biçimine uymamasına rağmen dayatılmıştır.



Opera, 16. yüzyılda İtalya'da doğmuş bir formdur ve Avrupa'nın her alanda yeniden yapılandırılması gerektiğine inananlardan oluşan “Camerata” adlı grubun, İtalya'da Giovanni Bardi isimli aristokratın sarayında toplanarak, Avrupa'nın yeni müziğinin nasıl olması gerektiğini belirlemeleriyle ortaya çıkmıştır. Bardi ve arkadaşları, Avrupa'da çöküşün hızlandığını ve bir yenilenmenin şart olduğunu düşünürken birçok alanda yenileşmeyi önerir ve müzikte de bir yenileşmenin gerekli olduğuna karar verir. Avrupa müziğinin o günkü düzeyinin korunması ama bu müziğin, Euripides ve Sophokles'in klasik tragedyalarındaki korolarından mülhem, antik Yunan'ın yüksek düzeydeki tiyatrosu ile kaynaştırılarak yeni bir form elde edilmesi ve bunun da yeni Avrupa'nın müziği olması gerektiği konusunda fikir birliğine varılır ve bu fikir birliği operayı doğurur. Yani Opera, bir tasarım müziğidir ve Antik Yunan'ın tiyatrosu ile 16. yy Avrupa müziğinin izdivâcından doğmuştur. Bu müzik türü önce “Drama per musica” olarak isimlendirilir. Jacopo Peri tarafından müzikleri yazılan “Daphne” adlı ilk opera eseri 1597'de sahnelenmiştir. Operanın Avrupa kültür tarihi içinde tutarlı ve Avrupa kültür tarzına uyan bir hikâyesi vardır ve Rönesans döneminde ortaya çıkan bu form, Avrupalıdır ve yeni Avrupa sanat ve düşüncesine uygun olarak tasarlanmıştır.



Elbette opera, Avrupa sanatının donuklaşan Kilise müziği karşısında tasarlayıp ortaya çıkardığı etkileyici bir form, bu başka bir şey. Ayrıca opera, Avrupa'da özellikle onsekiz ve ondokuzuncu yüzyılda büyük devletlerin yumuşak gücü olmuştur. Muazzam Rönesans sanatıyla ve Monteverdi ile birlikte İtalya'nın yumuşak gücü olmuştur, Jean Baptiste Lully ile birlikte Fransa'nın, Henry Purcell ve önce Haendel'in “operanın dili İtalyanca'dır” tabusunu yıkarcasına bestelediği İngilizce opera İngiltere'nin, daha sonra Mozart'ın Almanca bestelediği operaları Avusturya'nın yumuşak gücü olmuştur, Gluck ile onsekizinci yüzyılda Almanya'nın, ondokuzuncu yüzyılda Rossini, Donizetti, Verdi ve Puccini sayesinde opera yeniden İtalya'nın, Wagner sayesinde Almanya'nın, Bizet sayesinde Fransa'nın, Dvorak sayesinde Çek'lerin, Musorgski, Çaykovski, Korsakof ve Stravinski ile Rusların yumuşak gücü olmuştur. Ama operanın bu “yumuşak” gücü ve etkisi, yirminci yüzyıl ortalarında azalmış hatta neredeyse yok olmuştur. Her ne kadar, Cevad Memduh Altar gibi opera tarihi üzerinde çalışan ve hacimli bir kitap yazan müzik tarihçimiz, Leyla Gencer gibi bütün dünyada “La Diva Turca” olarak anılan sopranomuz varsa da, özellikle Leyla Gencer'e rağmen opera, Türkiye'nin yirminci yüzyılda yumuşak bir gücü olamamıştır ve bu, Türkiye'nin hem de “güçlü” bir opera geleneğine sahib üstelik on ülkeden biri olamadığının da delîlidir. Hatta maalesef “Türkçe” yazılan Türk operası, köklü İtalyan opera geleneği karşısında “opera comic” durumlara düşmüştür. Leyla Gencer gibi, Ayhan Baran gibi iyi opera sanatçılarımız yetişmiş olabilir, ama dünya çapında bir opera bestecimiz yoktur. Cumhuriyet tarihinin “yerli” ilk operası olan ve Atatürk'ün talimatıyla Ahmed Adnan Saygun tarafından bestelenen Özsoy Operası, sadece bizim çalıp söylediğimiz bir opera olmuş, bu da operanın Türkiye'nin “yumuşak gücü” olmasına yetmemiştir. Avrupa opera sanatına, opera sanatçıları değil besteciler damgasını vurmuştur, bizde de o çapta bir besteci yoktur!



Köklü bir kültürel geçmişe sahib, Osmanlı gibi güçlü bir medeniyet kalıntısının üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti'nin Kültür Bakanı'ndan; bir sanat dalının, halkın yaşam biçimine uygun olmadığı halde dayatılmasına karşı olduğunu söylerken, cumhuriyetin müzik devrimi ile Osmanlı müziğinin kökünün kazınmaya çalışılarak batı müziğinin bu millete nasıl dayatıldığını hatırlaması beklenirdi. Hatta opera ve balenin, halkımızın yaşam biçimine ne kadar uyduğunu düşünmesi de… Sanırım Sayın Bakan'a opera konusunda bu bilgiyi veren kişi, dünyanın başka hiçbir ülkesinde rastlanmayacak nitelikteki bu “faşizan” müzik (ve daha genel olarak) kültür-sanat dayatmasını bilmiyor, anlamıyor ya da görmezden geliyor. Sayın Kültür ve Turizm Bakanı bu soru karşısında daha serinkanlı ve gerçeklere yaslanarak cevap verebilirdi.



Öte yandan Nietzsce›ye göre opera, müziği bir taklid sanatı düzeyine indirmektir ve şöyle der: “Müziği bir imgeler ve kavramlar sıralanışının hizmetine koşmak, bunlara güç ve açıklık vermek üzere kullanmak, bu garip istek, ‹›opera›› kavramında da sürmekte ve bende, salt kollarını sallayarak uçmak isteyen gülünç bir kimseyi çağrıştırmaktadır. Bu kimsenin yapmak istediği de, böyle düşünülmüş bir operanınki de hiçbir zaman gerçekleşemez. Bu anlayıştaki opera, müziğin yanlış biçimde kullanılışını değil, düpedüz imkânsızı istemektedir. Müzik ne denli sarsılır, bastırılır, çarpıtılırsa çarpıtılsın hiçbir zaman bir aracı durumuna düşürülemez”. Böyle buyuruyor Nietzsche!



Yanılıyorsunuz Sayın Bakan, Türkiye'nin çok güçlü bir opera geleneği yoktur. İtalya'yla karıştırıyorsunuz.


#Opera
#Bale
#Kültürel geçmiş
#Daphne
8 yıl önce
Sayın Kültür Bakanı, Türkiye’nin güçlü bir opera geleneği yoktur
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler
Yıl 2030: Sokak köpekleri simülasyonu