|
Hepsi bu topraklarda daha dün yaşandı...

"Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir" dedi, o gündür bugündür "Akif" denilince sadece o anlaşılır oldu…

"Bizim Yunus" gibi, "Bizim Akif" oldu.

Oysa 1925"te kışı geçirmek için gittiği Mısır"dan 11 yıl dönemedi.

Ertesi yıl vefat eden annesinin cenazesine katılamadı.

Bu "zorunlu sürgün" kaderi oldu: Mısır"da uzun yıllar yaşayan yabancılarda görülen siroza yakalandı, vatanına döndükten 5 ay sonra hayata veda etti.

Vefat yıldönümü vesilesiyle, dünkü yazısında Akif Emre, hâlâ kendisiyle ilgili klasik anlatılarla örülmüş sis perdesinin korunduğunu yazdı.

Haklı…

Gitmeseydi, beraber Sebilürreşad"ı çıkarttıkları Eşref Edib ya da sadece dış politika yazan ve üstelik Cumhuriyet"in politikalarını savunan damadı Ömer Rıza gibi tutuklanabilirdi.

Tutuklanmaktan ya da asılmaktan korkacak biri olduğunu düşmanları bile iddia edemezdi, edemediler de. "Şapka giymemek için gitti" demeyi tercih ettiler.

O alt üst oluş yıllarında yeni Cumhuriyet"in tercihlerinin kendisinde oluşturduğu büyük ve derin hayal kırıklığını belki sadece kendisi gibi Girit"te sürgünde olan Kuşçubaşı Eşref"e yazdığı mektuplarda anlattı.

Ama asıl sebepler bunlar da değildi zannımca.

Dönemezdi, çünkü dönerse İstiklal Marşı"nı tehlikeye atardı.

Daha 12 Mart 1921"de üç beş ama etkili kişi ısrarla onun şiirine o ünlü oturumda şiddetle itiraz etmemiş miydi?

O zaman becerilemeyeni 1925"te yeni bir marş yarışması açarak halletmek istediler.

Yetmedi, 1937"de bir yarışma daha açıldı.

Ne 1925"te yazılanlar ne 1937"de Necip Fazıl"ın şiiri İstiklal Marşı"nın yanına yaklaşabildi.

Ama eğer Türkiye"de olsa ve tutuklansa marşı değiştirmek çok kolay olurdu.

Bir büyük engel daha vardı gelmesinin önünde: Kur"an tercümesi…

O tercümeyi, namazın Türkçe kıldırılacağından kuvvetle şüphelendiği için asla vermezdi, vermedi.

En büyük suçunun bu olduğundansa benim hiç şüphem yok.

Öyle ki, tercümeleri daha Mısır"daki evinden çaldırmanın yollarını aradığını bile itiraf edecekti Ankara yıllar sonra.

Sonunda mahkûm edildiği sürgünden hasta döndü.

Resmi ilgiden mahrum, ama binlerce gencin omuzlarında taşındı Edirnekapı Şehitliği"ne.

Sert bir karakteri vardı.

Çabuk kırılır, küser sonra yıllarca bir daha selam bile vermez; yolunu değiştirirdi karşılaşmamak için.

İnançlarında çok ısrarlıydı, tartışma bile kabul etmezdi.

Yazılarında ve şiirlerinde karşı çıktığına acımasızca hücum etti.

Sevdiğini sevmek; kızdığına kızmak zorundaydınız yanındayken.

Ölüm ya da ağır hastalık gerekçesi dışında verdiğiniz sözü tutmamanız arkadaşlığınızın bitmesi demekti.

Aşırı alçakgönüllüydü. Yüzme, güreş ve hele taş atma hariç; orada asla altta kalamazdı. Kendisinden daha uzağa taş atan birini buldu mu yenene kadar yarışırdı.

"Hadi Edirne"ye yürüyelim" diye latife yapamazdınız, gerçekten yürümeye başlardı.

Dininin ve hemen ardından dilinin, güzelim Türkçesinin en büyük hizmetkârıydı.

Susması ünlüydü. Kızınca, beğenmeyince, küsünce çok uzun susardı.

Mısır yılları da aslında kızmanın, beğenmemenin, küsmenin uzun suskunluğuydu.

Öte yandan, biraz yakından bakınca ne kadar hoşsohbet, nasıl latife sever olduğunu şiirinde de mektuplarında da görmek mümkün. 12 Nisan 1926"da Mahir İz"e yazdığı gibi meselâ:

"… Lisan hafıza işi. Oğlanda ise o meleke, ötekilerden de berbat! Ramazan"ın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ sûresini Kadir Gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana "Baba, beni hafız mı etmek istiyorsun?" demesin mi! "Oğlum, böyle bir şey aklımdan geçmedi. Zaten, baksana; maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer deği, ömr-i beşeriyet bile yetişmeyecek!" dedim."

ODTÜ"yü 1956"da Adnan Menderes hükümeti kurdu.

Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet"in de aralarında olduğu çok sayıda siyasî suçlunun genel afla dışarı çıkmasını da yine DP hükümeti sağladı. 1919"da Hamidiye kruvazöründe stajyer güverte subayı iken zatülcenp olup çürüğe çıkmış Nazım"ı askere almaya kalktılar, Sivas"a vatanî görev yazdılar.

Daha Sabahattin Ali öldürüleli 2 yıl olmuştu. Peşindeki polislerin farkında olan Nazım yurt dışına kaçtı.

Menderes, 1952"de Moskova"ya maça giden Fenerbahçe futbol takımının kaptanı Fikret Kırcan"la görüştü; "Nazım"a söyleyin, vatanına dönsün" dedi.

Menderes"e göre Nazım"ın vatanı Türkiye"ydi.

Nazım"sa, genel afla dışarı çıkmasını sağlayan ve memlekete dönmesini isteyen Adnan Menderes aleyhine 1954 ve 59"da iki şiir yazdı; 27 Mayıs darbesini destekledi.

"Türk şiirinde Mehmed Akif ırmağının devamı hangi şairdir" diye sorulsa belki verilebilecek en yakın cevap "Nazım"ın şiiri" olur.

O da bunu biliyordu ki, Kuvay-ı Milliye Destanı"nda hakkını yemedi; görüşlerinin önemli bir bölümüne katılmadığını belirtse de Akif"ten "büyük şair, inanmış adam" diyerek övgüyle bahsetti.

Üvey oğlu Memet Fuat"sa, yıllar sonra Nazım kitaplarının yeni baskılarında o dizeden "büyük şair" kelimelerini çıkarttı.

Çok ayıp etti.

11 yıl önce
Hepsi bu topraklarda daha dün yaşandı...
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî