|
“Hepsini yakalamalıyım!...”

Ben saklambaç, körebe, misket, çivi, yakan top, dalya gibi oyunlarla büyüyen bir nesilden geliyorum.



Bakkallarda pahalı sayılmayacak fiyatlara önce kötü, ucuz plastikten daha küçük boyutlu sonra daha kaliteli ve boyutları daha büyük toplar girdi hayatımıza yavaş yavaş.



Kolay patladığı için bir sonrakine koruyucu kılıf olurdu kısa zamanda çoğunun kaderi.



Hakiki bir futbol topu ise hep pahalıydı. Az bulunurdu.



Mahallenin iyi top oynayan ağabeyleri de amatör küme takımı da epey yıpranmış ama gerçek futbol toplarıyla oynardı. Yanlış ama yaygın telaffuzuyla 'sülkostik' dediğimiz sihirli birkaç damla ile maharetle yapıştırılıp yıllarca kıymetlisi kaldı bu toplar o toprak sahaların.



Çoğu cılız bacakları yara bere içindeki delikanlıların peşinde koştuğu bu meşin maceranın sonu nice yeteneklerin çim görmeden kahvede, sanayide birazcık para kazanabilenin en fazla meyhanede yok olduğu bir finalle ancak ara sıra sohbetlerde hatırlanır oldu.



Bu delikanlıların ailelerinin her biri bir yerden gelmişti neredeyse. Kiminin lâkabı zaten söylerdi bunu; Kürt Mehmet, Arap Halil, Arnavut Cevdet…



Kiminin kullandığı kelimeler, ötekinin şivesi, diğerinin anasının pişirdiği yemek, birin çekik gözleri, şuradakilerin ten rengi…



Sonra sahipleriyle beraber lâkaplar da azaldı gitgide…



Bu çeşitliliğin sebebine dair hafiza her beş on yılda bir daha da azaldı.



Rus Çarlığı'nın acımasız katliam ve sürgünleri sonunda bu çapta kitlesel göçlere hazırlıksız yakalanmış Osmanlı'nın Trabzon limanında günde kaç kişinin ölmekte olduğu unutuldu.



Çerkes, Tatar katliam ve büyük sürgünleri unutuldu.



Salgın hastalıkların bu yolla Anadolu'ya doğru seyahatleri unutuldu.



Akif'in gözlerinden bir damla yaş akıtan o Balkan Faciası da İstanbul'da camilere kadar tıklım tıklım sığınmış yüz binlerce muhacir unutuldu.



Anadolu'ya dört bir yandan sağanak gibi yağan Balkan Kafkas Ortadoğu hatta Afrika göçmenleri unutuldu.



Ara ara Bulgarlar yeni ek sürgünlerle hatırlattı ta 1990'ların başına kadar.



Hepsi bu,



O yüzden onların çocuklarının 70'lerde bile geldikleri yeri, etnik kökenlerini hatırlatan bir hafıza; bunu belli eden alışkanlıklar şiveler kelimeler giysiler hatta yemekler hatta karakter farkları görünür, bilinir, ayırd edilebilirdi.



Sonra hepsi bitti, ayrımlar daha da azaldı, silikleşti.



Şimdi bir mahalle pazarında ya da bir otobüste ya da bir stadyumda çekilecek fotoğrafı saatlerce incelesek kim nereden gelmiş bir ailenin çocuğu anlamak çok da mümkün değil.



Sabah ezanını okuyan hocalardan hangisinin nereli olduğuna dair bahse girsek muhtemeldir ki kaybederiz.



O yıpranmış, yıllardır patladıkça yapıştırılmaktan gerekli hacmi değişmiş, biçimi deforme olmuş meşin yuvarlak da unutuldu. Tarladan bozma sahalar da.



Çocuklar misket ya da yakan top ya da saklambaç ya da dalya oynamıyor.



Yağmurlu havada çocuk bulsan o çocuk ıslak toprak bulamıyor ki çivi oynasın maharetini göstererek.



Hayat değişiyor, her şeyi değiştiriyor neredeyse.



Şimdi çocuklar ellerinde mektup fotoğraf telefon özelliklerinin hepsine sahip ve bunları maliyetsiz, zaman gerektirmeden ulaştırıyor birbirine.



Daha nice özelliği var ama en çok benim ve bizden daha yaşlı kuşakların öğrense bile “anlayamayacağı” bir özelliği kasıp kavuruyor şimdi ortalığı.



Çocuklar ve gençler pokemon oynuyor.



Ellerinde akıllı cihazlar gerçek mekanlarda sanal yaratıkları avlıyorlar.



Oğlumun çocukluğunda eşya olarak yaygın somut bir oyuncak olan pokemonlar şimdi gerçek dünyada yeni bir gerçeklik olarak peşinde koşturuyor milyonları.



Hayat hemen her şeyi değiştiriyor demiştik.



Hemen her şeyi ama… “herşeyi” değil.



Değişmeyen şeyler kalıyor öylece.



Yüz yıl öncesinin büyük devasa acılı sancılı kitlesel göçleri yüz yıl sonra yine karşımızda.



Önemli bir parçası da işte bizim topraklarımızda.



Bilmiyorum şehrinizde pokemon kovalayan çocuklar arasında bu Suriyeli göçmen ailelerden birinin çocuğu da var mı?



Şam'da herhangi bir çocuk bu yen pokemon'dan oynama ihtimaline sahip mi? Yoksa eski püskü, belki abisinden kalma tasolarla mı oynuyor?



Bunu da bilmiyorum.



Oyunun o zamanlar sloganı “gotta catch 'em all” idi.



Anlamı bu yazının başlığı işte…



Bazen sloganlara aldanıyoruz; pokemon çılgınlığındakiler gibi herhangi bir konuda “hepsini yakalamalıyım” cümlesinin sihrine kapılıyoruz.



Oysa belli ki sonunda “hepimizi yakalayan” hayatın kendisi.



O yıpranmış meşin yuvarlakların peşindekiler gibi olacak park bahçe hatta cami karakol pokemon kovalayanların sonu da.



Ve hayat Balkan, Kafkas ve diğer göçlerin ardından Suriyelileri Afganları da nerede diyorsa orada harmanlayıp geçecek yenilerini sadece kendisi bilerek.


#Göçmen
#Suriyelilere vatandaşlık
8 yıl önce
“Hepsini yakalamalıyım!...”
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu