|
Anadolu’nun fethi: Kuzey-Güney mihveri ve İslam jeopolitiği

Anadolu’nun Alparslan tarafından Türklere açılışının, başka bir ifade ile İslamlaşmasının 946. yılını kutluyoruz. Orta Asya’dan Batıya doğru hareket halinde olan Türklere eşsiz bir askeri zafer ile müstakar bir yurt edinmenin yaklaşık bin yıllık hikayesi başlı başına büyük anlam taşımaktadır. Ancak bu mesele, Türklerin yurt bulması veya Türkiye’nin oluşum tarihinin ötesine geçen ve İslam jeopolitiğinin oluşumuna ve dönüşümüne işaret eden bir değerlendirmeyi hak etmektedir.

GÜNEY-KUZEY JEOPOLİTİĞİNDEN KUZEY-GÜNEY’E

İslamiyet Arap yarımadasından Suriye, Irak ve Kuzey Afrika’ya; Asya’da, Çin sınırlarına kadar yayılarak dünyanın ilk küreselleşme hareketini başarmıştı. Müslüman Arapların erken dönem fetihleri ve İslamiyetin yayıldığı geniş coğrafyalar ile siyasi ve kültürel bir Müslüman dünyası oluşmuştu. Ancak Müslüman dünyasının jeopolitiğinin tamamlanabilmesi için kadim medeniyetlerin ve Bizans İmparatorluğu'nun merkezine doğru genişlemesi gerekmekteydi. Kuşkusuz Irak ve Suriye coğrafyası kadim medeniyetleri temsil etmekle birlikte yeterli değildi.

Kuzey Afrika’da özellikle Mısır gibi kadim bir medeniyetin coğrafyasını elde tutmanın anahtarı da Anadolu’ya doğru yayılmaktan geçiyordu. Nitekim bunun farkına varan Müslümanlar İstanbul kapılarına kadar gelerek Güney-Kuzey ekseninde bir güç dengesi oluşturma arayışına girmişlerdi. Ancak bu stratejiyi tamamlayamamışlardı. Nitekim jeopolitiği destekleyen bir eksenin kurulamaması beş asır sonra etkilerini göstermiş ve oluşturulan Müslüman dünyası hem kendi içinden ve hem de dışarıdan tehdit alır olmuştu.

İslam dünyasının algıladığı bu tehdit üzerine yeni bir güç sahneye çıkmıştı. Bu güç aynı zamanda İslam dünyasını yeniden bütünleştirecek olan Selçuklular idi.
Çağrı ve Tuğrul beylerin Doğu Anadolu’dan başlayan keşif hareketleri ve sonra Tuğrul Bey’in Şii Büveyhilerin tasallutu altında olan Abbasî hilafet merkezine ulaşması Müslüman dünyası jeopolitiğinin Kuzey-Güney ekseninde teşekkül ettirilmesi olarak değerlendirilmelidir.

Selçukluların İslam dünyasında varlık göstermeleri Türklere Anadolu’dan önce Irak ve Suriye’yi vatan yaparken siyasi İslam dünyasını fiilen üretmişti. Aral denizinden, İran, Irak, Suriye, Basra Körfezi ve Umman’dan Yemen ve Doğu Afrika’ya uzanan geniş coğrafyada büyük bir entegrasyonu sağlamışlardı. 1071 yılında Anadolu’nun fethi ile de asırlardır jeopolitik zorunluluktan dolayı tamamlanması gereken fiziksel bütünlük sağlanmıştı.

FIRAT VE DİCLE EKSENİ

Anadolu’nun fethinden sonra İslam dünyasının siyasal ekseni Fırat ve Dicle nehirlerinin güzergahı olacak ve bu mihver ve hinterlandı bütün Müslümanları bir güvenlik şemsiyesi altında tutacaktır. Bu mihverin sarsıntı geçirdiği, dış tehditlere açık hale geldiği bütün zaman dilimlerinde İslam dünyasının bütünlüğünün bozulduğu ve üç kutsal şehrinin de tehdit altına girdiği kolayca müşahede edilebilir. Bu eksenin dağıldığı devirlerde Selahaddin-i Eyyübî bütün gücü ile yeniden İslam dünyasını restore etmek istemiş, Kudüs’ü kurtararak kısmen başarı sağlamış olsa da hayal ettiği Fırat-Dicle ekseninin bütünlüğünü sağlayamadığı için kurduğu devlet uzun ömürlü olamamıştır.

Osmanlılar da kuruluş yıllarında Batıya doğru yayılarak güçlü bir devlet oluşturup zirveye ulaştıklarında Selçuklulardan devraldıkları mirası yani Kuzey-Güney mihverinin bütünlüğünü sağlamaya yönelmişlerdi. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın girişimi ile tamamlanan bu misyon yeniden Fırat ve Dicle’yi merkeze oturtarak asırlar sürecek olan Osmanlı barışını sağlamıştı.

Osmanlı Devleti’nin tarihe karışması ile ilgili bir çok neden sayılabilir. Ancak temel neden Müslüman dünyasının jeopolitiğin ana mihverinin tartışmaya açılması ve bu eksendeki egemenliğini kaybetmiş olmasıdır. Osmanlılar on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren İngilizlere Dicle ve Fırat üzerinde gemi işletmeciliği imtiyazı verdikten sonra çözülmenin devamı adeta çorap söküğü gibi gelecekti. II. Abdülhamid’in Almanlar ile işbirliği yaparak demiryolları üzerinden Kuzey Güney mihverini restore etme gayreti yeterli olmamış ve bugünün sonuçlarını ortaya koyan dünya savaşı yaşanmıştır. Bu savaşın sonunda ise bu eksen tamamen devre dışı kalmıştır. Savaş sonunda Anadolu dışındaki Fırat ve Dicle Havzası işgal edilmiş, Türklere de geldikleri yere dönmeleri işaret edilmişti.

Ancak Anadolu bu hezimeti kabullenmemiş, Sultan Alparslan’ın zaferinin başlangıç tarihinde aynı ruh ile Büyük Taarruz'u başlatmış ve Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile yeniden bu ekseni tesis etmeye ant içmişti.

MİHVER BUGÜN NEREDE?

Müslüman dünyasını parçalayan ve birbirine düşüren çatışmaların temel sebebi son yüzyıldır bütünlüğünü kaybetmiş olan bu mihverin bugün yok olmasıdır. Türkiye’nin de gittikçe bağımsızlaşan politikalarıyla bu eksende itibarını arttırması ve Müslüman dünyası jeopolitiğini restore etme ihtimali dikkatleri bu coğrafyada yeniden yoğunlaştırmıştır. Bölgede son yüzyılda kaşınan sorunlardan meşruiyetini alan terör/hibrid savaşı gibi stratejilerden beslenen suni oluşumlar da bugün bu mihverin bütünlüğünün sağlanması yolundaki gayretlere engel oluşturmaktadır.

Anadolu’nun kapısının Türklere ve Müslümanlara açılması, bölgede yaşayan Kürt, Arap ve Türkler başta olmak üzere diğer bütün unsurların kaderini müşterek hale getirmişti. Anadolu’nun fethi Müslüman dünyasının yeniden bütünleşmesini sağladığı gibi bu coğrafyada farklı unsurların birlikte yaşamasına imkan verecek olan yeni bir medeniyetin de yeşermesine imkan vermişti.

Bugün bölgede yaşadıklarımız bu eksenin parçalı hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden başta Türkiye olmak üzere bölge unsurları yeni bir strateji geliştirmek ve bu parçalı yapıları birlikte – en azından koordinasyon içerisinde - hareket edebilecek duruma getirmek zorundadır.
Anadolu’nun kapılarının açılışının 946. yılının kutlanması esasında önümüzdeki yarım asırlık süreyi doğru kullanmak için bir başlangıçtır.

Bugün doğanlar 2071’de 50’li yaşlarını devirdiklerinde Kuzey-Güney ekseninde kurulmuş olan yeni bir güvenlik şemsiyesi ve barış adasının içinde yaşarken, kadim medeniyetimizi yanlış ve hurafelerden arındırmış, çağdaş dünyaya hitap eden değerleri ile yaşatacaklardır.

VE BİHİ..

Bugüne kadar çeşitli akademik dergilerde ve farklı mecralarda sürdürdüğüm yazı hayatımı (yazarlık değil) aldığım davet üzerine Yeni Şafak gazetesinde sürdüreceğim. Haftada bir-iki kere buradan siz değerli okuyucularım ile hasbihal edecek, biriktirdiklerimi sizin ile paylaşacağım. Bu yolculukta sizin desteğiniz bize güç katacaktır. Bu vesile ile Zafer Bayramınızın 946. ve 95. yıldönümlerini ve mübarek Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum.

#Türkiye
#Anadolu
#Mihver
#İslam
٪d سنوات قبل
Anadolu’nun fethi: Kuzey-Güney mihveri ve İslam jeopolitiği
İlahi beyler!!!
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı