|
Hac, siyaset ve meşruiyet

2017 yılı hac istatistiklerine göre bu yıl, 600 bin Suudi Arabistanlı ve diğer ülkelerden giden 1 milyon 800 binin üzerindeki kişi Arafat’ta buluşup hacı oldu. Büyük bir rakam olmasına rağmen geçmiş yıllara nazaran bu yıl hacı sayısının daha az olduğu gözlemlenmiş fakat oldukça zor bir hac mevsimi yaşandığı da kaydedilmiştir.


Irk, dil, cinsiyet, statü farkı olmadan bütün dünya Müslümanlarından imkan bulanları bir araya getiren haccın bu sene Körfez krizi gölgesinde yapılmış olması ayrı bir anlam taşımaktadır. Ancak krizin Katar’dan gidecekler dışında diğer ülke hacılarının katılımına etki ettiğini düşünmek yanlış olur. Zira hac hazırlıkları ve hacca gideceklerin ülke bazındaki kotaları krizden önce belirlenmişti. Suudi Arabistan ve Katar arasındaki kara ve hava sahası ablukasının hacca gidecekler için geçici olarak kaldırılması ve bu maksatla eski emirin soyundan gelen Ali Abdullah el Sani’nin Suudi Arabistan tarafından aracı kılınmasına rağmen bu yıl sadece 73 Katarlı hacı olabilmiştir. Körfez Krizi bahanesiyle hac mevsimi öncesinde yapılan bazı tartışmaları ve hac siyasetinin tarihsel arka planını hatırlatmak faydalı olacaktır.

Körfez krizi, Katar emirine atfedilip medyaya sızdırılan bir kısım söylemler ile şekil almıştı. Krizin bir ucunda olan İran bu retorik sürece katılmış ve her yıl iddia ettiği gibi “hac organizasyonunun İslam ülkelerinin müşterek bir komisyon tarafından yapılması gerektiğini” bir kere daha dillendirerek tansiyonu yükseltmişti. Hatta bu yaklaşımın Katar tarafından da benimsendiği iddia edilmişti.
İran’ın bu söylemleri yeni değildir ancak bunun doğrudan haccın daha iyi yapılmasını amaçlayarak inşa edilmediği de bir gerçektir. Zira İslam ülkelerini ilgilendiren pek çok konuda farklı davranmayı devlet siyaseti haline getirmiş olan İran’ın bu konuda “bir müşterekliği” sağlama iddiasını samimi bulmak doğru değildir.
Peki bu iddia nereye dayanmaktadır?
MÜŞTEREK HAC ORGANİZASYONU TARTIŞMALARI

Aslında kutsal beldelerin ve hac organizasyonunun idaresi meselesi Osmanlı sonrası bölgede meydana gelen dönüşümler sırasında bizzat Abdülaziz bin Suud tarafından dile getirilmişti. Abdülaziz b. Suud, Şerif Hüseyin’in Mekke, Medine ve Cidde etrafında kurduğu Hicaz Devleti’ne 1925 yılında son verip, emirliğinin sınırlarını genişleterek Necid Sultanlığı ve Hicaz İdaresi’ni kurmuştu. Asırlardır Osmanlı gibi büyük bir devletin organize ettiği hac, 1916 yılından sonra kesintiye uğramıştı. Bu yüzden dönemin Müslüman dünyası İngilizler ile işbirliği yapmış olan Şerif Hüseyin’in kutsal topraklar üzerindeki idaresinin son bulmasına sevinmiş fakat endişeleri de katlanmıştı. Zira tarihte kısa bir süre (1803-1807) Mekke ve Medine’yi ele geçirmiş ve hiç de olumlu hatıralar bırakmamış olan Vehhabiler bu sefer daha güçlü bir şekilde kutsal topraklar üzerinde egemen olmuşlardı. Türkiye’de ise hac organizasyonunu yapan hilafet kaldırılmış, Mısır’da toplanması düşünülen Hilafet Kongresi’nden ise hiçbir şey beklenmiyordu.

Bu tereddütler arasında Necid ve Hicaz Sultanı sıfatıyla Abdülaziz b. Suud Mekke’de bir İslam Kongresi toplamaya karar verdi. Hızlı bir şekilde yapılan hazırlıklar ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen davetliler ile bu kongre 1925 yılında gerçekleşti. Kongrede, Mekke ve Medine’nin idaresi ile hac organizasyonu tartışıldı. Abdülaziz b. Suud özellikle Hindistan, Buhara gibi ülkelerden gelen delegasyonların endişelerini tatmin eden uzun bir deklarasyon yayımladı.
Türkiye dahil bütün Müslüman ülkelerin basınında yer alan bu deklarasyonun özünde hac organizasyonu ve kutsal beldelerin idaresinde bir değişikliğe gidilmeyeceği “hac organizasyonunun bütün Müslümanların işbirliği ile sürdürüleceği” vurgulandı.
Yani her yıl üzerinde kavga koparılan haccın idaresinin müşterek yapılması fikri esasında İran’a ait değil, Abdülaziz b. Suud’a aittir.

Türkiye bu toplantıda imtiyazlı davetliler arasındaydı. Mustafa Kemal, İstanbul mebusu Edip Bey’i kongreye katılmak üzere görevlendirmişti. Türkiye delegasyonunun gecikmesinin toplantının birkaç güç ertelenmesine sebep olmasına rağmen oylanan kararlarda Hicaz’ın eski yöneticisi olması sıfatıyla Türkiye’ye iki oy hakkı tanındı.

Bütün bunlar kuşkusuz henüz Suudi Arabistan’ın kurulmasından önce gerçekleşmişti. Ancak Mekke kongresinde alınan kararların hayata geçirilmesi konusunda Abdülaziz b. Suud nezdinde ne tür girişimler yapıldığı bilinmemektedir. Mesela Edip Bey İstanbul’a dönünce basına sadece kongreye katıldığını ve alınan kararlar ile ilgili değerlendirmeleri Gazi ile görüştükten sonra yapacağını beyan ederek Ankara’ya gitmişti. Bugüne kadar yaptığım araştırmalarda Gazi ile aralarında nasıl bir konuşma geçtiğini de öğrenemedim (Cumhurbaşkanlığı arşivi bu bakımdan ciddi bir şekilde gözden geçirilmelidir).

Aynı yılın sonlarında Cidde Maslahatgüzarlığı'nın açılması ve buraya Abdülgani Seni’nin atanması bu kongrenin Türkiye bakımından en somut sonucu olmuştur. Türkiye’nin Suriye ve Irak üzerinden hac bağlantısı kesilmiş ve 1946 yılına kadar Türkiye’den kutsal bölgelere ancak sınırlı sayıda insan gidebilmişti. Türkiye’de ilk resmi hac organizasyonu ise yeniden 1947 yılında başlayacaktı.

HAC TARTIŞMASINDA BOYUT SORUNU

Tarih boyunca kutsal mekanlara hakim olan bütün Müslüman devletler hac organizasyonuna büyük önem vererek siyasi meşruiyetlerini sağladıkları gibi Suudi Arabistan da bundan istifade etme yoluna gitmişti. 1932 yılında Suudi Arabistan devletinin resmen kurulmasından itibaren kutsal bölgelerin egemeni sıfatı ile bütün hac organizasyonunu üstlendiği bilinmektedir. İki dünya savaşı arasında bütün dünyadan hacca gidenlerin sayısı sınırlı olsa da Suudi Arabistan hac organizasyonunu tek başına organize etme fırsatını elde etmiş ve günümüzde Arafat’ta bir araya gelen üç milyon hacının idaresi konusunda önemli tecrübeler kazanmıştır.

Hac siyasetinden istifade eden Suudi Arabistan, Müslüman ülkeler nezdinde kendisini meşrulaştırabilmiştir. Ancak hac üzerindeki tartışmaların bitmesini engelleyememiştir. Her yıl hac mevsiminde ortaya atılan iddiaların sağlam bir tartışma zemininde yapılmadığı da ayrı bir gerçektir.
Meselenin Suudi Arabistan’ın kutsal topraklar üzerindeki egemenliği çerçevesinde veya ortaya çıkan krizle ile değil, doğrudan doğruya Müslüman dünyasının en büyük buluşması ve İslam dünyasının sorunlarının ele alındığı İslam Kongresi ekseninde yeniden ele alınması bir zarurettir
.
#Hac
#Siyaset
#Türkiye
#Katar
7 years ago
Hac, siyaset ve meşruiyet
Yasalar, yorumları, uygulamaları ve etkileri
2020 yılı yeniden mali denge
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı