|

Bebeklerime her gün teşekkür ediyorum

Şaşı Felek Çıkmazı'nın Saadeti, Sıdıka'nın Safiye Saka'sı, Eğreti Gelin'in Çenetosu, Büyük Adam Küçük Aşk'ın Sakine'si. Onlarca dizi, onlarca film, onlarca tiyatro oyunu ve onlarca ödül tabii ki. Her biri damaklarımızda ayrı bir lezzet bırakan bir dolu karakterin mimarı Füsun Demirel. Ama onun en büyük prodüksiyonu Türkiye'deki yaşam klişelerini alt üst ederek, 50 yaşında sahip olduğu ikiz bebekleri. O şimdi iki yaşına basan ikizleri Mehmet İlkem ve Aslı Senem ile eskisinden çok daha mutlu

Arzu Akyol
00:00 - 29/05/2010 Cumartesi
Güncelleme: 23:08 - 28/05/2010 Cuma
Yeni Şafak
Bebeklerime her gün teşekkür ediyorum
Bebeklerime her gün teşekkür ediyorum
Tiyatro oyunları, televizyon dizileri ve birçok ödüllü filmin başarılı oyuncusu Füsun Demirel ile 50 yaşında dünyaya getirdiği ikizlerini, oyunculuğu, kendisi gibi oyuncu olan eşi Nurettin Şen ile kurdukları yayınevini ve yeni projelerini konuştuk.
Öncelikle 'En büyük sinema projeniz', bebeklerinizi soralım. Nasıllar?

Keyifleri çok yerinde…Teşekkürler… Ah bir de oyuncak kavgası olmasa…

Siz 50 yaşında anne oldunuz. Türkiye'deki yaşam klişelerine çok da uyan bir durum değil. Özellikle sanat camiasında. Gerçekten zor bir karar mıydı sizin için? Sizi 50 yaşında anne olmaya götüren süreci ve duygularınızı anlatır mısınız bize?

Elbette zor bir karardı… Çok zor hem de. Bütün yaşamım, tüm alışkanlıklarım değişecekti. Ama evlat sahibi olmak istedim. Deliler gibi hem de. Önceleri doğurmak yerine dünyaya gelmiş sahipsiz bir bebeğe o sıcaklığı, sevgiyi, şefkati veririm diye düşündüm ve evlat edinmek istedim. Yasalar bana bebek değil, 8 yasına gelmiş çocuk verebiliyordu, vazgeçtim.

Önce kariyer sonra bebek mi dediniz?

Gençlikte kariyeriniz sizi peşinden sürüklerken asla bu maceraya giremezsiniz. Mesleki tutku her şeyin önüne geçebilir. Aşkın, çocuğun, hatta ailenin. En verimli yıllarımda yoğun ürettim. Filmler, diziler, tiyatro, oyun çevirileri. Hayat omuzlarımızda ağır bir yüktü. Sanki dünyanın tüm sorumluluğunu biz üstlenmiştik. Çocuk duygusu güçlüydü ama hep ertelenen bir duyguydu.

İkiz bebek sahibi olmak nasıl peki? Zor ve güzel yanlarını paylaşır mısınız?

Harika …Çok eğlenceli… Günümün çoğunu onlarla geçiriyorum. Evimiz kreş gibi. İki farklı karakter, iki sevimli bebek. Söz dinleyen, çok uyumlu bebekler. Elbette ikiz kıskançlığı var.

Bazen çözümleyip, bazen işin içinden çıkamadığımız anlar oluyor…

Çoğu zaman bebek olduktan sonra evliliklerin problemli bir döneme girdiği söylenir. Sizin eşinizle ilişkinize nasıl bir soluk getirdi bebekler? Genelleme yapılacaksa evlilikler bebekten sonra çıkmaza giriyor gerçekten. Ağırlık annede olduğu için anne çoğu zaman depresyonda oluyor. Bir başına bu yükü taşıması zor oluyor. Tartışmalar, gerilimler de tam bu dönemde başlıyor ailelerde. Bize gelince evimiz kalabalık. Bakıcılarımız ve her zaman bizimle birlikte olan yakınlarımız var. Ayrıca bizler hayatı her alanda paylaşmayı becerebiliyoruz.

Annelik serüveni size neler öğretti?

Bir insanın embriyo halinden itibaren gelişimine tanık oluyorum ikizlerimle. İnsanın adım adım gelişimini tamamlaması ne uzun ve zor bir süreç. Genellikle hayata karşı daha hoşgörülü oldum. Ancak saygısız, bencil, kültürsüz insanlara karşı da daha tahammülsüzüm artık. Çocukları dünyaya getirip ortaya salıveren kişilere karşı ya da savunmasız çocuklara şiddet uygulayanlara, çocuk haklarına saygılı olmayan iktidarlara veya doğadaki diğer canlılarla barışık yaşamayı öğrenememiş vahşi insanlara karsı çok tahammülsüz oldum…

Her türlü zorluğuna rağmen iyi ki 50 yaşında da olsa anne olmuşum diyor musunuz?

Elbette… Her gün bu iki küçük aşkıma sarılıp, 'İyi ki bu hayata tutundunuz ve benimle birliktesiniz' diyorum. Onlara teşekkür ediyorum.

Annelik için geç kaldığını düşünen kadınlara ne söylemek istersiniz?

Bu duyguyu mutlaka yaşamalısınız derim. Cesaret vermek isterim. Çünkü korku olduğu sürece hiçbir güzelliği yaşayamayız. Korkuları aşmamız lazım. Bir kadını en zor koşullarda bile güçlü, kendine güvenen bir kadın duruşunda görmek isterim. Önemli olan karar vermek. Hayatınızı ona göre planlarsınız. Bakın dünya artık başka bir yere doğru gidiyor. Kadınlar sadece kendi gücüne güvenip bebek sahibi oluyor. Annelik bambaşka. Hayatın en güçlü aşkı ve sevgisi. Anne adayının bilimin izin verdiği tüm sınırları zorlaması gerekir. Artık olgun annelerin sayısı giderek artıyor. Endişe değil umut dolu olmalı bir kadının yüreği. Lütfen üzerine gidin korkularınızın. 'İtalya'dan döndüm, çünkü ülkeme boçluydum.'

BORÇLU OLDUĞUM İÇİN DÖNDÜM
Oyunculuk serüveni nasıl başladı?

İzmir'de lise yıllarında başladı amatör olarak. O yıllar Türkiye siyasi açıdan da çok hareketliydi. Bir genç olarak adrenalinim yüksekti ve devrimci bir gençtim. Tiyatro sahnesi siyasi muhalefetin yapılabileceği en sağlam yerdir diye düşünmeye başlamıştım. Zaten ilk denemelerim Bertold Brecht oldu. Daha sonra bu tutku beni İtalya'ya sürükledi. Orada Ulusal Dramatik Sanatlar Akademisi'nde okudum.

İtalya'da okudunuz. Almanya'da ilk kez sahneye çıktınız. Sizi Türkiye'ye geri getiren duygu neydi?

Biz 78 kuşağıydık. 68'ler rol modelimizdi. Deniz Gezmiş'ler kahramanlarımızdı bizim. Yurtdışındaki bilgi birikimimi orada da değerlendirebilirdim. Bu şansım vardı. Ama o devrimci ruhum ülkeme geri dönmemi sağladı. Oradaki birikimlerimi kendi ulusum ve insanlarım için kullanmalıyım diye düşündüm. Ülkeme borçluydum çünkü.

Oyunculuğunuza gerçek anlamda bayılan bir hayranınızım aynı zamanda. Dizi ya da sinema filmi fark etmez. Sizin içinde bulunduğunuz her iş iyi oluyor. Rollerinizin hakkını bu kadar vermek için nasıl bir süreç yaşıyorsunuz. Gerçekten doğal bir yetenek mi bu, yoksa çalışmak da gerekiyor mu?

Teşekkürler… Çok disiplinli çalıştım elbette ama yeteneği nasıl göz ardı edebiliriz? Yeteneği geliştirmek için çalışmak gerekiyor tabii ki. Dünyada olanı biteni izlemek, her şeyle çok ilgili olmak, oyunculuğa çok katkı sağlıyor. Düşünce üretemezseniz yeteneğiniz bir süre sonra körelebilir. Oysa yeni düşünceler sizi besler.


'Şöhret utandığımız bir şeydi'

Peki, şimdi gençler arasında para ve şöhreti ön planda tutan bir zihniyet var. Bu konuda neler söylemek istersiziniz?

Bizler mesleğimize farklı baktık hep. Yaşayacak kadar parayla yetindik. Ticari düşünmedik hiç. Şöhretse utandığımız sıkıldığımız bir şeydi. Şimdi özellikle TV kültürü çok değiştirdi değerleri. Genç insan beyinlerini bombardıman etti. Öyle genç oyuncular var ki daha konservatuardayken şöhret olunca okulu falan bırakıyor. Oysa hayat o plazalar, alışveriş merkezleri, jipler, bodrum beachleri, magazin kameralarından ibaret değil. Aslında üzülüyorum o gençlere. Kısa zamanda isimleri bile akılda kalmıyor. Unutulup gidiyorlar. Ah bir bilebilseler hayatın en yüce değer olduğunu. Hayatın yaşadığı o kısır dünyadan ibaret olmadığını ve o hayatı yaşarken kendini ve çevresini geliştirerek yaşaması gerektiğini.

ÇASOD Yönetim Kurulu başkanlığı ve Oyuncular Meslek Birliği (OYUNCUBİR ) Yönetim Kurulunda Genel Sekreterlik görevlerini üstlendiniz. Mesleki anlamda örgütlü olmak neden önemli size göre? Bu görevleriniz sırasında edindiğiniz deneyimleri paylaşır mısınız?

Örgütlü olmaya her zaman inandım. En büyük emek sömürüsünün olduğu bir sektördür bizimkisi. Çalışma şartları ağırdır. 16 saat bazen daha da fazla çalışırsınız. Çok kötü beslerler insanları. En ucuz tarafından ve çoğu zaman mide ve barsak sorunları yaşar emekçi insanlar. İş kazası her an olabilir. Ama sigorta yoktur. Yani aslında en ciddi şekilde örgütlenmesi gereken ama asla bir araya gelemeyen bir topluluktur. Fikir ve Sanat Eserleri Yasası yürürlüğe girdikten sonra meslek birliğinde yoğun olarak çalıştım. Derdim tek taraflı kölelik sözleşmelerinden daha uygar, daha insan haklarına saygılı sözleşmeler yapmak ve telif haklarımızı korumaya almaktı. Hala bir adım ileri gidemediğimizden TV'lerde filmlerimiz ve dizilerimiz tekrar tekrar gösteriliyor. Ama eserin yaratıcılarına ve oyunculara hiçbir katkısı olmuyor. Yıllarca anlattım bunları, kimseye dinletemedim. Çoğu gününü kurtarma derdindeydi. Yarınlarını garantiye almayı düşünen yoktu. Oyuncular arasındaki bu ilgisizlik beni bu mücadeleden uzaklaştırdı.

Ama hala içim yanıyor inanın.

Yeni projeler var mı? Sizi ekranlarda ya da sinema perdesinde ne zaman tekrar göreceğiz?

Var, var… Önümüzdeki sezonda çalışacağım.

Eşinizle kurduğunuz bir yayınevi var bildiğim kadarıyla. Nasıl gidiyor?

Evet. Açılım Yayınları. Her zaman gençlerin, amatör tiyatrocuların ilgilendiği oyunlar oldu yayınladığımız kitaplar. Yeni bir oyunun basım aşamasına geldik. Bu yaz yeni bir oyun daha çıkartıyoruz. Şimdi bir de web sitemiz var. Artık Dario Fo kitaplarına ulaşmak isteyenlere daha büyük bir kolaylık olacak.

Sizinle söyleşip Dario Fo'yu sormamak olmaz. Neden Dario Fo? Sizin hayatınızda bu kadar yer bulmasının, sizi bu kadar etkilemesinin nedeni ne?

Dario sahneden 'Kral çıplak' diye haykırabilen bir yazar çünkü. Bu cesareti, bu keskin muhalif tavrı beni çok etkilemışti. Sözleri öylesine değer taşıyordu ki. Öylesine örtüşüyordu ki benim ülkemde yaşananlarla. Bu sözleri taşımam artık boynumun borcu olmuştu. Dario ve eşi Franca hem sanatçı kimlikleri hem insani tavırları ve politik duruşlarıyla tüm gençliğimin idolü oldular.

Aynı zamanda politik bir duruşunuz da var. Kısa bir Türkiye değerlendirmesi alabilir miyiz?

Üç darbe yasamışım geçmişimde, bebeklikten sayarsak şayet. Bu ülkede hep sosyal adaletin bir gün tecelli edeceğine, daha adil dağılımın olacağına, düşünce ve ifade özgürlüğünün bir gün geleceğine hep inandım. İnanmasam bebeklerimi doğurmazdım. Aslında bu ulke nereye gidiyor dediğimiz bir anda bile öylesi bir şey oluyor ki hemen yeşeriyor içimdeki umutlar.


Biz aynı zamanda bir İstanbul ekiyiz. İstanbul'un sizin için anlamı nedir?

Çocukluğum... Pangaltı İnci Sineması… Siyah beyaz filmler… Ailemle geçirdiğım en güzel yıllarım… Ama artık şehrimi tanıyamıyorum… Artık bebeklerimle yaşayacak semt bulmakta zorlanıyorum. Şehir kotu planlandı. Yerel yönetimler İstanbul'a yakışanı yapmadı. Ucuz populist tavırlarla kentimizin görüntüsünü bozdular. Eski bir İstanbullu olarak çok canım acısa da acaba ileride 'Bu şehirden kaçar mıyım?' diye düşünüyorum.



14 yıl önce