|

Celal Hoca'nın kolejli talebesi: Aydın Menderes

Adnan Menderes oğlu Aydın'ın din dersi alması isteğini Teyfik İleri'ye iletince; İleri hiç düşünmeden ona İmam Hatip Okulları'nın kurucusu, bir neslin öncüsü olan Mahmut Celalattin Ökten'i (Celal Hoca) öneriyor. Eğitim 27 Mayıs dönemine kadar yaklaşık bir yıl sürüyor.

Hüseyin Yorulmaz
00:00 - 28/12/2011 Çarşamba
Güncelleme: 21:12 - 27/12/2011 Salı
Yeni Şafak
Celal Hoca'nın kolejli talebesi: Aydın Menderes
Celal Hoca'nın kolejli talebesi: Aydın Menderes

1950 yılında “Yeter Söz Milletin!” sloganı ile iktidara gelen ve bir iki yıl sonra etrafı adeta kuşatılarak icraat yapmak zorunda bırakılan Adnan Menderes, 1958 yılının eğitim ve öğretim döneminin başladığı yıl, bir gün en çok güvendiği bakanlarından Tevfik İleri'ye: “Çocuklara bir şey öğretemedik, din iman bilmiyorlar, Aydın'a aklı başında ders verecek bir hoca arıyorum, ama yobaz olmasın, doğru dürüst din dersi versin!” deyince, eski Milli Eğitim Bakanı da, Celâl Hoca'yı yani İmam-Hatip Kursları ve Okulları'nın kurucusu Mahmut Celalettin Ökten'i tavsiye etmiş. Tevfik İleri DP'nin ilk Milli Eğitim Bakanı değildir. Başbakan Adnan Menderes, İmam-Hatip Okulları'nın yedi yıllık olarak açılması gündeme gelince bu işi, önce Bayındırlık Bakanlığı'na getirdiği ve mücadeleci kişiliğiyle dikkat çeken Tevfik İleri'ye vermiştir.

İMAM HATİP OKULLARI NASIL AÇILDI

Tevfik İleri'nin Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildiği ilk aylarda Celal Hoca ile sık sık görüştüğünü, hatta İlim Yayma Cemiyeti'nin kurucusu Seniyüddin Başak'la İleri'nin evinde akşamları uzun uzun sohbet ettiklerini hatıralardan öğreniyoruz. Türkiye'nin demokrasiye geçtiği yıllardan sonraki din eğitiminin temeli işte bu sıralarda atılır. Celal Hoca bunun plan ve projesini hazırlayarak gerek Milli Eğitim bürokrasisine ve gerekse Diyanet camiasına kabul ettirir. Ancak bu çok da kolay olmaz. Bu okullarda matematik, fizik, kimya gibi dersleri arkadaşları olan Diyanettekilere; hadis, tefsir, fıkıh gibi dersleri de Milli Eğitim bürokrasisine kabul ettirmekte zorlanır. Düğümü, Celal Hoca'nın çok veciz bir şekilde söylediği söz çözer: “Avrupa'da bir papaz, papaz olmak için en az üç fakülte bitirmek zorunda kalırken siz benim çocuklarıma yedi yıllık eğitimi çok görü-yorsunuz”. Plan ve projesi Celal Hoca tarafından hazırlanan, siyasi olarak arkasında sonuna kadar duran Tevfik İleri sayesinde yedi yıllık İmam-Hatip Okulları açılır.

Adnan Menderes, Celal Hoca'nın ismini daha önceden biliyordu. CHP'nin son “dindar” Başbakanı Şemsettin Günaltay'ın medreseden sınıf arkadaşıydı ve İmam-Hatip Kursları'nın başına ehil olduğu için getirilmişti. Celal Hoca da “durumdan vazife çıkararak” on aylık kursları kıvrak bir zeka ile yedi yıllık örgün eğitime çevirdi.

BİR YIL SÜREN EĞİTİM

1958'in güz aylarından bir gün Celal Hoca, Başvekil Adnan Menderes'in kendisiyle görüşmek istediğini öğrenir. Fatin Rüştü Zorlu'nun annesi Güzide Hanım'ın Taksim'deki konağında buluşurlar. Bugünkü AKM binasının Maçka taraflarına düşen ikinci ya da üçüncü bina idi burası. Orada memleket meselelerinden, İmam-Hatiplerin durumundan, Arapça Koleji konusunda mesafe alamamasından, Talim ve Terbiye Kurulu'nu mahkemeye vermesinden, Osmanlı tarihinden vs. uzun uzun konuştular. Başvekil, görüşmenin sonunda Celâl Hoca'ya çok müstefid olduğunu gayet nazik bir eda ile ifade etti. Daha sonra Amerikan Koleji'nde okuyan Aydın'ın ders saatini kararlaştırdılar. Ders buluştukları yerde, Güzide Hanım'ın konağında verilecekti. Başbakan Adnan Menderes, çarşamba günleri Aydın'ın etüd dersleri olduğunu, her hafta çarşamba öğleden sonra Güzide Hanım'ın arabasıyla gelip kendilerini alacaklarını ve ders bittikten sonra da Beyazıt Soğanağa'da bulunan evine bırakacaklarını söyledi. Bu şekilde anlaştıktan sonra dersler bir süre böyle devam etti. Ancak daha sonra dersin saati hafta sonuna ertelendi. Ve bu ders bir yıldan fazla sürdü.

Celal Hoca'nın kızı Ayşe Hümeyra Ökten hatıralarında babasının ders dönüşleri ev sahibesi hanımefendiden “muhterem ve mütevazı” diyerek sitayişle bahsettiğini belirtir. Aydın Menderes için ise, “kabiliyetli ve terbiyeli bir genç” dediğini aktarır.

BİR NESLİN ÖNCÜSÜ: CELAL HOCA

Başbakan'ın oğluna ders verdiği gerekçesiyle1960'ın sislerle kaplı ortamında Celâl Hoca hakkında soruşturma açılması düşünülmüş ama Hocaefendi'nin siyaset ve herhangi bir partiyle alâkasının olmadığı anlaşılınca bundan vazgeçilmiş. Ancak şunu da belirtelim ki, İmam-Hatiplerin açılmasına sebep olduğu için Celal Hoca'nın Adnan Menderes'e karşı son derece saygı ve sevgisi vardır. Gündemi takip eder ve Yassıada'da olup-bitenlere çok üzülür. Öyle ki ölümü, Menderes'in idamından sonraki haftalara denk düşer. Çünkü Başvekil'in işlediği en büyük suçun(!) İmam-Hatiplerin açılması olduğunu çok iyi biliyordu.

Birkaç gün önce kaybettiğimiz merhum Aydın Menderes'le bundan dört yıl önce elektronik ortamda yazışmaya başladık. Kendi ifadesiyle “vakur ve heybetli” bir insan olan Celâl Hoca ile ilgili biyografik bir çalışma (Bir Neslin Öncüsü Celal Hoca, Hat Yayınları, İstanbul 2011, s. 396) yaptığımı söyleyince, bana kendisinin de Celal Hoca ile ilgili hatıralarının olduğunu, böyle bir çalışmada mutlaka yer alması gerektiğini söyledi. Çalışmaya başladıktan sonra Aydın Bey'le konu ile ilgili olarak birkaç defa daha yazıştık. O zamanlar Halka ve Olaylara Tercüman gazetesinde yazıyordu.

MENDERES HOCA'YI ANLATIYOR

Nihayet 17 Nisan 2007 tarihinde bendenize aşağıdaki bilgileri gönderdi. Kendilerine sonsuz rahmet diliyor, tarihe ışık tutar nitelikte göndermiş olduğu metni buraya alıyorum: 1957 yılında ilkokulu bitirdim ve İstanbul Bebek'teki Amerikan Koleji'nde yatılı öğrenci oldum. Hafta sonları rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'nun pek muhterem annesi merhume Güzide Hanım Efendi'nin Taksim'deki dairesinde kalıyordum. Okula başladıktan sonra bir gün rahmetli babam bana: “Hafta sonları sana bir hoca gelecek ve din dersleri verecek” dedi. Buna çok sevindim. Hem daha küçük yaşlardan itibaren dini duygularım kuvvetliydi hem babamın benim özel din dersleri almamı istemesini kendisinin bana gösterdiği bir önem ve ilgi olarak yorumlamıştım. Bu olay kimlik ve kişiliğimi en çok etkileyenlerden bir tanesi oldu. Celâl Hoca da mümtaz şahsiyetiyle beni en çok etkileyen birkaç kişiden birisi olarak kaldı. Hafta sonu Güzide Hanımefendi'nin evini teşrif ederek bana din dersi veriyordu. Çeşmenin başında bana abdest almasını gösterdi. Kulaklarımızı temizledikten sonra temiz kalan üç orta parmağımızla ense-mizi nasıl mes edeceğimizi gösterirken “Bu insana büyük bir rahatlık ve huzur verir” derdi. Her abdest aldığım vakit hocamın bu sözlerini hatırladım. Bana ilmihal bilgileri veriliyordu. Namaz surelerini okuyup ezberlememi sağlıyordu. Bunun yanısıra başka konulara da girerdi. Yanılmıyorsam Fransızca biliyordu. Bundan söz açmıştı. Newton yasalarından ve nasıl yıldızların birbirlerine çarpmadan büyük bir ahenk içersinde gökyüzünde “Kendileri için takdir edilmiş bir menzil” üzerinde hareketlerini anlatır ve Yasin suresinden bahsederdi. “Bunları ileride göreceğiz ve öğreneceğiz” derdi. Nasib olmadı. Bu beraberlik devam edemedi. Bir taraftan okulda derslerim ağırlaştı, diğer taraftan da araya 27 Mayıs girdi ve ben Ankara'ya döndüm.

Vakur ve heybetli bir insandı. Âlim bir zattı. Ben o yaşımdayken bile kendisinin doğuya da batıya da vakıf olduğunu kavrayabilmiştim. İşte sıradan bir din adamı veya hoca olmadığını anlayabilmiştim. Ayrılırken paltosunu tutmaya yardım etmeye gelenler olur, o da hafif tebessüm ederek “Aydın tutsun” derdi. Bunu o günlerden itibaren hep gurur ve iftiharla hatırlıyorum. Daha fazla feyzinden nasib alamadığım için üzgünüm. Kur'an okumasını öğretmeye başlamıştı. O zaman tamamlayamadık. Onu yıllarca sonra tamamladım. Babamın din dersleri almamı istemesini bir mesaj ve işaret olarak kabul etmiştim. Kur'an okumasını öğre-nince babamın ve hocamın bir arzusunu yerine getirmiş olmanın bahtiyarlığını yaşadım. Babam bazı hafta sonları İstanbul'a gelir beni yanına çağırırdı. Benim Celâl Hoca'yla olan ders saatlerime de tesadüf ettiği olurdu. Benim meraklı gözlerimden rahmetli babam ne demek istediğimi anlar, “Merak etme, ben Hoca'na haber gönderdim, oğluma olan hasretime bağışlasın dedim” derdi.

Ben Hocam'ın gerek Türk eğitimindeki, entellektüel hayatımızdaki ve İstanbul'un en mümtaz şahsiyetleri arasındaki yerini bilmiyordum. Ama bunu hissettim. İleride kendisiyle benden çok daha fazla beraber oldukları için kendinden daha bahtiyar kabul ettiği nice kıymetli talebesinden Celâl Hoca'yla ilgili hatıralar ve bir bakıma menkıbeler dinledim. Ona talebe olmaktan duyduğum gurur ve iftihar hissi daha da arttı.

Derslerinde gayet ölçülü ve mesafeliydi. Gözüme hep heybetli bir insan olarak gözükürdü. Sanıyorum bu onun manevi havasından kaynaklanıyordu. Çok dini bütün bir insan olan Güzide Hanımefendi ona çok hürmet eder, gelişinde karşılar ve gidişinde uğurlardı. “Ne arzu edersiniz” diye kendisi sorardı. Bir gün “Kahve ikram edelim mi, nasıl içersiniz?” dedi. O zaman kahve karaborsadaydı. Celâl Hoca hafif tebessüm ederek “Çok makbule geçer ama acaba nohut kahvesi mi yoksa gerçek kahve mi?” diye sordu. Güzide Hanımefendi de gülerek “Gerçek kahve, ne yapalım, misafirle-rimiz ve arasıra da kendimiz için karaborsadan aldırtıyoruz” demişti. Bu da hoş bir hatıradır.

Allah kendisine gani gani rahmet eylesin.

Onun talebelerinin ve tabi onun talebelerinin talebeleri olanların da bir silsile halinde Celâl Hoca'nın adını her zaman yaşatacaklarına inanıyorum.

* Yazar
12 yıl önce