|

Asıl hedef Almanya mı?

Yeni Şafak ve
04:00 - 8/07/2016 Cuma
Güncelleme: 21:35 - 7/07/2016 Perşembe
Yeni Şafak
Mehmet Alparslan Çelebi

Almanya Müslümanları Merkez Konseyi Başkan Yardımcısı


Son 10 yıllık süreçte Türkiye-Almanya ilişkileri gittikçe zayıflarken, Türkiye'nin Ortadoğu'daki önemi artmıştır. Arap Bahar'ından sonra Kuzey Afrika ve Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde Türkiye'nin doğal olarak merkezi bir rol üstleneceği malum olduğu halde, Almanya makul bir dayanağı olmaksızın Türkiye ile olan ilişkisini asgari düzeye indirmeyi tercih etmiştir. Almanya kamuoyunda ise Gezi Parkı olayları ve 17/25 Aralık operasyonu adeta bir Erdoğan ve milli-muhafazakârlık karşıtı propagandaya dönüştürülmüştür. Bu olumsuz gelişmeyi tetikleyen aktörler mülteci sorununu çözmek için Türkiye ile ilişkileri yeni bir düzleme oturtmaya niyetlenen Sayın Merkel'i hedef almış ve 2 Haziran 2016'da onaylanan sözde “Ermeni Soykırım” tasarısı ile Türkiye-Almanya ilişkilerine tarihi bir darbe vurmuştur. Türkiye penceresinden bakıldığında hiçbir izahatı olmayan bu gelişmeler, Anglosakson perspektifinden analiz edildiğinde hedefin Türkiye'nin yansıra Almanya'nın bölgesel etkinliğini örselemek olduğu müşahede edilmektedir.



ALMANYA KRİZ MAĞDURU ÜLKELERİ KENDİNE BAĞLADI


Avrupa Birliği denildiğinde ilk akla gelen ülke şüphesiz Almanya'dır. Bu sadece Türkiye'nin penceresinden bakıldığında böyle değildir, tüm dünyada Almanya algısı bu yöndedir. Avrupa'ya ekonomik, sosyal ve hukuksal alanda öncülük yapan Almanya, lider rolünü güçlendirmek için krizleri ve fırsatları iyi değerlendirmiş ve birçok Avrupa ülkesini kendisine bağlamıştır. Örneğin 2007 krizini fırsat bilip İrlanda, İspanya ve Yunanistan gibi ülkeleri yaptığı yardımlarla iflasın eşiğinden korumuştur. Polonya ve Romanya gibi Doğu Avrupa ülkeleri ile sıkı ekonomik ilişkiler kuran ve ciddi maddi desteklerde bulunan Almanya, bu ülkeler için vazgeçilmez hale gelmiştir. Bu gelişmeleri izleyen İngiltere, Fransa ve İtalya sürekli olarak Almanya'nın güçlü ekonomik durumunu ve AB üzerindeki nüfuzunu da kullanmak suretiyle mağdur ülkeleri istismar ettiği yönünde tepkilerini dile getirmiştir.



İNGİLTERE VE FRANSA AB'DEN BAĞIMSIZ HAREKET ETMEKTE


Avrupa Birliği'nin yönetimine de bu gidişat yansımıştır. Bugün Brüksel'de Avrupa Birliği Komisyonlarında çalışan 1382 üst düzey görevlinin 150'si Alman'dır. Genç kurmayların önemli bir kısmı ise Yunanistan, İspanya, Romanya ve Polonya'dan gelen yeni nesillerden oluşmaktadır. Aynı zamanda Fransa ve İngiltere'nin etkileri Avrupa Komisyonunda tarihi bir gerileme göstermiştir. Özellikle İngiltere son 5 senede nerdeyse hiçbir genç kurmayı AB komisyonlarına yönlendirmemiştir. 2010'de başlayan bu ilgisizlik ve soğumayla birlikte İngiltere'nin AB çerçevesinin dışında özel anlaşmalar yapmaya yöneldiği görülmektedir. 2010 senesinde Fransa ve İngiltere arasında 'Lancaster House' işbirliği antlaşmaları imzalanmıştır. 'Savunma ve Güvenlik Antlaşması', nükleer silahların etkinliğini ve uzun ömürlülüğünü artırmayı hedefleyen 'Nükleer Depolama Yönetmenliği', İngiltere ve Fransa silahlı güçlerin dünya çapında entegre çalışmasını sağlayacak olan 'Ortak Harekât Niyet Mektubu' ve savunma sanayi sektöründe ortak işbirliğini genişletecek 'Endüstri ve Savunma Sanayi Antlaşması' bu işbirliğine dahildir.



ALMANYA, RUSYA VE ABD


Almanya, Rusya ile tarım, ağır endüstri, enerji ve savunma sanayi alanları başta olmak üzere ticaret hacmini 2001'den 2012'ye 25 milyar dolardan 85 milyar dolara çıkarmıştır. Bu dönemde ABD ile olan ticari hacmi hemen hemen büyüme göstermeyerek 2001'de 112 milyar dolardan 2012'de ancak 121 milyar dolara yükselmiştir. Ukrayna kriziyle birlikte Rusya'ya yönelik uygulanan ekonomik yaptırımlar Almanya'nın ABD'ye yönelmesini sağlamıştır. 2015'e kadar ABD ile olan ticari hacim 174 milyar dolara fırlamış, aynı zamanda Rusya ile olan ticari hacmi tekrar 45 milyar dolara gerilemiştir. ABD'den daha bağımsız hareket etmek isteyen Almanya bir kez daha hedefine ulaşamamıştır. ABD ise 2012-2014 seneleri arasında Rusya'ya olan ihracatta rekoru kırması, İngiltere'nin Rusya ile olan iş hacmin sadece az bir oranda gerilemesi ve Almanya'nın büyük düşüşle ciddi zarar görmesi, Almanya'yı frenleme politikasının kararlılıkla yürütüldüğünü göstermektedir.



SYKES-PICOT 2.0'DA ALMANYA YİNE SAF DIŞI BIRAKILIYOR


1916'da İngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması, bölge olarak bugünkü Türkiye'nin Güneydoğu'sunun, İsrail ve Filistin'in, Suriye ve Irak'ın iki ülke arasında paylaşımını tanzim ediyordu. Gizli olan bu antlaşmaya 1917 senesinde Rusya ve İtalya dâhil edildi. Hayata geçmeyen ama tabii olmayan sınırlarla çizilmiş yeni bir Ortadoğu ile bölgedeki kalıcı krizlerin temelini atan antlaşmanın, 100 yıl sonra tekrar gündeme gelmesi tesadüf değildir. Ortadoğu'daki krizin nasıl sonuçlanacağı öngörülemese de, yeni sınırların ve ülkelerin ortaya çıkacağı ve bu pastadan pay almak isteyen Batı ülkeleri ve Rusya'nın bölgeye nüfuz etme gayretleri aşikârdır. Sykes-Picot 2.0'a bugün Anglosakson ABD'nin dâhil olmasının doğal karşılanması gibi, 100 yıl evvel antlaşmanın dışında tutulan Almanya'nın bugün dışarda tutulmak istenmesi de doğal görülebilir. Buna rağmen bölgede etkisini arttırmaya çalışan Almanya, bunun yollarını zorlamaktadır. Bu yollardan biri muhakkak Türkiye üzerinden bölgeye etki edebilmektir. Öyleyse nasıl olur da Almanya sanki Türkiye'ye olan köprüleri yakmakta kararlı gibi davranmaktadır?



ALMANYA'YI DİNGİNLEŞTİRME POLİTİKASININ BİR PARÇASI


Her ülkede olduğu gibi Almanya'nın da kamuoyunu oluşturan medya kuruluşları, vakıflar, enstitüler ve siyasi aktörler homojen değildir. Bu sebeple 'Almanlar' denildiğinde 'globalist' veya 'milli' gibi eklemeler olmadan sağlıklı bir analiz yapmak ve sonuca varmak mümkün değildir. Türkiye-Almanya ilişkileri mercek altına alındığında 2005 senesinde Türkiye'yi Ortadoğu için örnek gösteren ve öven globalist medya kuruluşları ve siyasi aktörler 2010 senesinden itibaren bu söylemden döndüğü görülmektedir. Yeni söylemler daha çok popülist ve yarı doğrulardan oluşan, yapıcı eleştirilerden çok itibarsızlaştırmayı hedefleyen tenkit niteliğinde gelişti. Söylemlerin merkezine ise 'Erdoğan'ın yönettiği bir Türkiye ile işbirliği yapılmaz' tezi konuldu ve bu söylem belli siyasi çevreler ve medya kurumları tarafından sürekli kamuoyuna sunuldu. Gezi Parkı olaylarını bu kurumlar ve aktörler görülmemiş kampanyalarla propagandalarına alet etmesi, daha sonra 17/25 Aralık operasyonlarını, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve çözüm sürecin sonuçlanmasıyla birlikte PKK terörünü rasyonaliteden uzak bir yaklaşım ile savunan söylemlerle Türkiye'yi itibarsızlaştırmaları 2010 senesinin paradigma değişikliğin bir devamı olarak görülmeli. Sonuç itibariyle Alman İnfratest Dimap Enstitüsü'nün Mayıs 2016'da yaptığı ankette Alman halkının %91'inin Türkiye'ye güvenmediği ve Türkiye ile ortak çalışmalara sıcak bakmadığı ortaya çıkmıştır. Başbakan Merkel gibi milli siyasetçilerin ise bu durumda hareket alanları daralmaktadır ve Eylül 2017'ye kadar 6 eyalet seçimi ve federal seçimleri göz önünde bulundurarak kamuoyunun oluşturulmuş olumsuz Türkiye bakışından uzak bir siyaset geliştirmesi de mümkün değildir.



ALMANYA YALNIZLAŞTIRILIYOR – TÜRKİYE AYNI KADERE ZORLANIYOR


Bütün bu olumsuz gelişmelerin neticesinde Almanya'nın dünyada yalnızlaştığı ve dış siyasetinde sahip olduğu kanalların tek tek tıkandığı görülmektedir. Ülkeler arasında dostlukların değil çıkarların esas olduğu malumdur. Devletler hareket ve etki alanlarını genişletir veya daha büyük hedeflere ulaşmak için menfaat ilişkileri kurar ve çoklu devlet ilişkileri oluşturup Sultan Abdülhamit örneğinde gördüğümüz gibi bunları birbirini dengelemek için kullanır. Türkiye-Almanya ilişkisini zayıf görmek isteyen unsurlar sadece Almanya'yı alternatifsiz bırakmak için değil, aynı zamanda Türkiye'yi de tek ortakla çalışmaya zorlamak ve bu ilişki dengeleri kurmasını engellemek için çaba verdiklerini unutmamak gerekir. Bu durumda Türkiye-Almanya ilişkilerini güçlendirecek ve tekrar bir alternatif olarak oyun masasına konulacak niteliğe kavuşacak hamleler geliştirmek, Türkiye açısından da elzemdir. Aynı şekilde, Almanya'da konumlanmış, Alman kamuoyunu uzun vadeli etkileyebilecek, Türkiye siyasetini ve sağlıklı bir ortaklıktan doğabilecek imkânları rasyonalize edebilecek düşünce kuruluşları, enstitüler ve kurumlar oluşturulması kaçınılmazdır. Almanya'da yaşayan 3 milyona aşkın vatandaşımızın arasında bu kurumları canlandıracak ve sağlıklı bir siyasetin gelişmesi için çaba sarf edecek nitelikli şahıslar fazlasıyla mevcuttur. Önemli olan Türk Devleti'nin bu konudaki gayretlerini sağlıklı ve kalıcı bir iradeye dönüştürmesidir.



#Avrupa Birliği
#Almanya
#Sykes-Picot Antlaşması
8 yıl önce