|

Laikliğin “Hakikat Rejimi”ne İtirazlar

Yeni Şafak ve
04:00 - 17/08/2016 Çarşamba
Güncelleme: 21:22 - 16/08/2016 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Ömer Taşgetiren

YAZAR


Laiklik Türkiye'de ve Batı dünyasında sihirli kelimelerden biri. Sihirli olması her kapıyı açabilme özelliğinden kaynaklanıyor. Laik kelimesini bir sıfat olarak bir siyasi sistemin başına getirdiğinizde o sisteme meşruiyet vermiş oluyorsunuz. Daha da önemlisi bu kavram öyle bir meşruiyete sahip ki sonrasında hiç bir izaha ve savunma yapmanıza gerek te yok. Bir bakıma siyasi bir ideal olduğunda kimsenin şüphesinin olmadığı varsayılıyor. Aynı şey laik olmanın zıddı olarak kullanılan “dini” kelimesi için de geçerli. Bir siyasi sistemde neyin yanlış olduğunu ifade etmeniz için “dini” kelimesini sıfat olarak bu sistemin başına getirmeniz yeterli. Uzun uzadıya bir izahta bulunmanıza gerek yok. Amerika ve Avrupa medyasının Ortadoğu siyasetini yorumlamasında bu çerçevenin kullanıldığını söylemek bile gereksiz. Batı medyasında Türkiye üzerine yapılan birçok tahlil Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Türkiye'yi laik çizgisinden uzaklaştırmakla suçluyor. Türkiye'nin Atatürk tarafından laik bir devlet olarak kurulduğunu ve ordunun da bu laik rejimin koruyucusu olduğunu ifade ediyor. Bütün bu yazılarda laiklik sihirli kelime olma rolünü gayet güzel ifa ediyor ve bu yazıları okuduktan sonra anlıyorsunuz (!) ki Cumhurbaşkanı'nın yaptığı her şey yanlış ve gerekirse ordunun laik devleti kurtarmak için siyasete müdahale etmesi de meşru. Laikliğin bu meşruiyet sağlayıcı rolü dünyadaki propaganda savaşlarında yaygınlıkla kullanılmasını açıklıyor.



Peki laiklik kendisine atfedilen idealler bütününü gerçekten sağlıyor mu?


Ya laikliğin oluşturduğu “hakikat rejimi” (neden devletin laik olması gerektiği sorusuna verilen yaygın cevaplar) gerçekten detaylı bir analizde savunulabiliyor mu, yoksa bu tezler havada mı kalıyor?



HAKİKAT REJİMİNİN TEMEL ÖNERMELERİ


Laiklik savunucuları laik devleti gerekçelendirmek için “laikliğin demokrasinin garantisi” olduğunu bizlere söylüyorlar. Türkiye'de Anayasa Mahkemesinin başörtüsü ve siyasi partiler hakkındaki geçmişteki kararlarında bu önermeyle sıklıkla karşılaşmak mümkün. Bu argümana göre laiklik bir siyasi sistemi din devletinden koruyor ve devletin dinine mensup olmayanların kendi dinlerini, hayat tarzlarını yaşayabilmelerini garanti ediyor. Bu argümanda kendi içinde bir sorun yok. Din devletiyle demokrasi arasında ciddi gerilimler var. Herhangi bir din devletinde devletin resmi dinine mensup olmayanların ne kadar siyasi hakları olabileceği (demokratik rejimlerin belli ölçüde yerine getirmesi gereken) ciddi bir soru. Dolayısıyla bu önermenin din devletlerinin demokrasiyle çatışan yanlarına vurgu yapan taraflarına itirazım yok. Ama bu önermeden “laiklik demokrasinin garantisidir” önermesine ulaşabilmemiz için laik bir devletin de insanların siyasi haklarını kısıtlamayacağını kanıtlamamız gerekiyor. Eğer böyle bir önermeyi kanıtlayamazsak laiklik kendisinden beklenilen demokrasiyi garanti etme işlevini gerçekleştiremiyor.



Yakın çevremizde görebileceğimiz bir çok örnek laikliğin demokrasinin garantisi olmaktan ziyade, halkların seçimle ortaya koyduğu tercihlerle çatıştığını gösteriyor. Mısır, Cezayir ve Türkiye'de açık şekilde görebildiğimiz gibi seçimlerin galibi eğer İslami kimliği önde olan ya da ağır basan bir siyasi partiyse, bu siyasi partinin kapatılması ya da ordunun darbe yapması için laiklik bir gerekçe olarak kullanılabiliyor. Laikliğin savunucularının dini kontrol altına almak için başvurdukları bu mekanizmalar laikliğin demokrasinin garantisi olduğu tezinin altını oyuyor. Laiklik savunucuları parti kapatma ya da darbe gibi eylemlerin “demokrasiyi yeniden inşa etmek” ya da “demokrasinin kendi kendisini savunması” gibi tezlerle meşrulaştırmaya çalışıyorlar ama bu tezler kimseyi ikna etmiyor. Parti kapatma ve darbeler siyasi alanı ciddi biçimde sınırlıyor ve dini kimliği olan partilerin tabanlarına baskıya dönüşüyor. Bütün bu süreç sonunda, laikliğin demokrasinin garantisi olduğunu iddia edebilmeye devam edebilmek için, Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry'nin Mısır darbesi sonrasında söylediği “Mısır'da ordu demokrasiyi yeniden inşa ediyor” gibi kendi içinde çelişkili cümleleri savunmaya çalışmak ya da bütün siyasi kısıtlamalara rağmen aslında çok mükemmel bir demokraside yaşadığımızı ispatlamaya çalışma çabaları geliyor. Bütün bu çabalar yaşanan otoriter baskıcı gerçeklikle uyuşmuyor ve bu çerçevede bütün bu argümanla ters düşen örneklere rağmen “laiklik demokrasinin garantisidir” argümanını yapmaya devam etmek, bu argümanın var olan iktidar ilişkilerini örtmeye yarayan bir ideolojik maske olduğu işlevi gördüğü sonucuna ulaştırıyor. Kısacası, Ortadoğu toplumlarının kendine has koşullarında (İslam'ın toplumun belli bir kesimi için belirleyici olduğu) laik devlet dine atfettiği otoriterliği kendisi örnekliyor. Dolayısıyla, laikliğin hakikat rejiminin temel önermelerinden olan “laiklik demokrasinin garantisidir” ifadesi bir çok örnekle çürütülebilecek bir tez.



Laikliğin hakikat rejiminin temel önermelerinden birisi de dinlerin dogmatik olduğu, dini argümanların sadece mensupları için bağlayıcı olduğu, bu argümanların diğer dünya görüşlerine mensup insanlar için bir anlam ifade etmediği ve bu çerçevede siyasi tartışmalarda dini argümanlara başvurmanın anlamsız olduğudur. Bu yaklaşıma göre, filozof Richard Rorty'nin çokça atıfta bulunulan ifadesiyle din bir 'konuşma sonlandırıcı'dır (İngilizcesi 'conversation-stopper'). Ben bu argümanda da belirli bir gerçeklik payı buluyorum. Rorty'e cevap olmak üzere bir çok kişinin ifade ettiği gibi dini argümanlar homojen değildir, farklı dini argüman çeşitleri vardır fakat genel olarak bir dini hükmün aklen insanlara faydalarını göstermeye çalışmayan argümanlar konuşmaları sonlandırabilirler. Diğer taraftan, toplumsal fayda ve zararları ortaya konulan dini argümanlar illa ki konuşma sonlandırıcı değillerdir.


Burada önemli olan, laik siyasi rejimlerin bize dinde olduğunu iddia ettikleri sorundan kurtarabileceklerini göstermeleridir. Laiklik demokrasinin garantisidir argümanında olduğu gibi eğer böyle bir şeyi gösteremiyorlarsa, insanlar laik rejim neden din devletine tercih edilir olsun sorusunu soracaklardır. Türkiye'de laiklik savunucuları kanun yapımında akla başvurulmasını ve dini argümanlardan dogmatik olmaları sebebiyle uzak durulmasını ifade ederler. Gerçekten kanun yapımında akla dayanılırsa sonlanmayan diyaloglara, müzakerelere ulaşmak mümkün müdür? Sadece akla dayanan argümanlar döngüsel değil midir? Filozof Charles Taylor'ın sorduğu gibi dini argümanları dışarda bıraktığımızda, sosyal ve siyasal konularda iki artı iki dörttür şeklinde mantık hatası işlemeyen herkesin kabul edeceği önermelerde bulunmak mümkün müdür? Eğer böyle bir şey mümkün değilse neden sadece dinin konuşmaları sonlandırıcı olduğunu iddia ediyoruz?



TÜRKİYE'DEKİ TARTIŞMANIN KISIRDÖNGÜSÜ


Bu elbette ki büyük bir tartışma. Ama siyasi ideolojilere ve felsefe tarihine üstünkörü baktığınızda bile bu tezi sorgulamaya itecek bir çok veri bulmak mümkün.



Vahyi dışlayan, sadece aklı referans alan felsefe ve siyasi ideolojiler tarihi birbirleriyle uzlaştırılması mümkün olmayan argümanlar tarihi. Ampirik bir gerçek olarak insanlar akıldan yola çıktığında benzer sonuçlara illa ki ulaşmamış. Birbiriyle telif edilmesi mümkün olmayan öneriler, argümanlar, sonuçlar çıkmış. Bu farklı ideolojilerin ve önerilerin sahipleri birbiriyle konuştuklarında da konuşmalar sonlanmış ve sonlanmaya devam ediyor. Bu sebepten ötürü bu durumun farkında olan John Rawls ya da Charles Taylor gibi liberal siyaset teorisyenleri vatandaşlarına hakkaniyetle muamele etmeyi amaçlayan bir devletin dini ya da seküler tüm tartışmalı dünya görüşlerine karşı eşit mesafede olmaya çabalaması gerektiğini ifade etmişlerdir (böyle bir şeyin mümkün olup olmadığı ayrı bir konu). Ya da bu iki düşünür de devletin dini ya da seküler bir dünya görüşünü resmi görüş olarak benimserse ortaya çıkacak sorunlara işaret etmişlerdir. Laik devletlerin akla vurgusu ve bu devletlerin din temelli kanun yapımının oluşturduğu sorunları aşacağı düşüncesi, tartışmalı seküler dünya görüşlerinin devlet tarafından benimsenmesinin ve yayılmasının dindar kitleler nezdinde oluşturacağı memnuniyetsizliklerin üstünü örtme ve bunları önemsizleştirme işlevi görüyor.



Türkiye'de halen devletin laik olup olmaması, laikliğin tanımı gibi konular tartışılıyor. Özellikle darbe girişimi sonrası laikliğin faziletlerine dair bir sürü şey yazılıp çiziliyor ve laikliğin her derde deva olduğu tarzında tezler ileri sürülüyor. Bu yazı laiklik savunusunun kör noktalarına ve laikliğin sınırlarına işaret etmeyi amaçlıyor. Bu sorgulama önemli çünkü son zamanlarda tüm “Türkiye post-Kemalist dönemi yaşıyor” argümanlarına rağmen, Türkiye'de laikliğin altını çizen siyasi aktörler laikliğin sınırlarına dair herhangi bir farkındalığa sahip oldukları izlenimi vermiyorlar. Bilakis bir çok düşünürün ve sosyal bilimcinin sorguladığı laikliğin hakikat rejimini savunmaya devam ediyorlar. Türkiye'de laik - dini geriliminin nasıl azaltılabileceği farklı siyasi aktörlerin üzerinde düşünmesi, birbiriyle müzakere etmesi gereken bir konu. Ama bu müzakerelere gelirken tüm siyasi aktörlerin kendi düşüncelerinin sınırlarının farkında olması lazım. Bu tez dini referans alan aktörler için de geçerli, kendisini laik olarak adlandıran siyasi aktörler için de. Laikliğin hakikat rejimine ilişkin bu sorgulama bu farkındalığın oluşmasına bir katkı yapma amacı taşıyor.


#Ömer Taşgetiren
#Laiklik
#Batı dünyası
8 yıl önce