|

Yükseköğretimde kalıcı dönüşüm için 2071 vizyonu

Kalkınma stratejimizi yaşama geçirebilmemizin temel aracı üniversitelerin eşgüdümlülük çerçevesinde ilgili kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve sektörlerle paydaşlığını etkin biçimde sürdürmesi gereklilik arz etmektedir.

Yeni Şafak
04:00 - 11/07/2016 Pazartesi
Güncelleme: 00:57 - 11/07/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
-Prof. Dr. Muharrem KILIÇ

Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi


Dünyanın bilim tarihçesine baktığımızda, on üçüncü yüzyıla kadar, hatta Ortaçağ boyunca felsefi ve bilimsel merakın yaşam alanının Doğu medeniyeti olduğunu görüyoruz. Sadece bilimin ve felsefenin değil, şiirin ve siyasetin üretim merkezi de yine şu an içinde yaşadığımız coğrafya olmuştur. Atina'nın, Kurtuba'nın, İşbiliye'nin, Bağdat'ın, Horasan'ın, Basra'nın ve Anadolu'nun, hâsılıkelâm o dönem bilinen dünyanın entelektüel ve bilimsel birikimi bu coğrafyada derlenmiş, yorumlanmış, eleştirilmiş ve yeniden dünyanın hizmetine sunulmuştur. Bu coğrafyanın üretmiş olduğu düşünsel birikim ve teşkil etmiş olduğu köprü aydınlanmanın temelini oluşturmuştur. Bölgenin bilimsel ve kültürel birikimi, savaşlar, istilalar ve zorunlu göçler ile yıkılıp ilmi silsileler koparılana dek bu durum böylece devam etmiştir. Ne yazık ki bugün coğrafyamızda o dönemlerin düşünsel ihtişamı ve entelektüel dinamizmi görünmemektedir. Milletimizin Akdeniz medeniyetiyle buluşmasının bininci yılında bu coğrafyayı yeniden dünyadaki bilimsel ve entelektüel hareketliliğin merkezi kılmak hedeflenmelidir. Antalya başta olmak üzere birçok kentimiz, küresel tanınırlığı ve marka değeri ile bu hedefi realize etme potansiyeline sahip görünüyor. Bu imkan ve potansiyelin yükseköğretim kurumlarında doğru bir vizyon ve akademik liderlik çerçevesinde kullanılması için daha fazla kafa yormamız icap ediyor.



KÜRESEL REKABETİN DÖNÜŞEN KARAKTERİ


Üniversiteler arası rekabet, tarihsel açıdan gerek bölgesel gerek ulusal gerekse de küresel çapta entelektüel dinamizmin, bilimsel ilerlemenin ve verimliliğin muharrik güçlerinden birisi olmuştur. Günümüzde bu rekabetin temel dinamikleri ve karakteri değişime uğramıştır. Daha öncelerde olduğu üzere tatlı bir rekabetten söz edilmesi pek mümkün değildir. Bugün ağırlaşan rekabet koşulları altında, rakiplerini geride bırakan üniversiteler büyük araştırma fonlarından daha fazla yararlanma imkânına kavuşuyorlar. Yönetsel rasyonelite çerçevesinde hesap verebilir, etkin ve verimli bir çalışma düzen ve performansına sahip olan üniversiteler söz konusu fonlardan daha büyük pay alıyor ve daha iyi işler yapmak için yeni kaynaklar elde ediyorlar. Bu durum, temel sıralama parametreleri açısından kendisine üst sıralarda yer bulan üniversiteler ile diğerleri arasındaki uçurumun gün geçtikçe büyümesine yol açıyor. Küresel ölçekte bugün üniversiteler arası rekabetin acımasızlaştığı bir dönemdeyiz. Ancak durup bu duruma hayıflanmanın herhangi bir yararı bulunmamaktadır. Ulusal yükseköğretim sistemimizi ve akademik yapılanmamızı böylesi çetin rekabet koşullarında varlığını ve gelişmesini sürdürebilecek bir biçimde yeniden kurgulamamız icap etmektedir. Bu bakımdan halihazırda belirli uluslararası standartlara ulaşmış az sayıda üniversitemizi birtakım finansal ayrıcalıklarla donatarak 'mükemmeliyet merkezleri' haline getirmek, bir yol ve/ya imkan oluşturabilir. Bunun dışında kalan üniversitelerimiz ise işlevsel karşılıklı bağımlılığı temel alan eşgüdümlü bir işbölümü içerisine girmek zorunluluğundadır. Kuşkusuz her bir üniversitenin her alanda uzman ya da başarılı olmasını beklemek gerçekçi bir durum değildir. Aynı zamanda bu irrasyonel durum, vasatlığa neden olmasından ötürü de zararlıdır. Öz değerler muhafaza edilerek bu zamanın dilini konuşmanın yollarını bulmak bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Bu doğrultuda uzun erimli hedef olarak küresel düzeyde bir bilimsel profil üretmeyi ve entelektüel zemin var etmeyi mümkün kılacak bir üniversiter yapılanmayı oluşturmak esaslı biçimde gündeme alınmalıdır.



AKADEMİ TOPLUMUN HER KESİMİNİN ÇÖZÜM ORTAĞI OLMALI


Üniversiteler her ne kadar küresel çapta bir rekabet içinde olsalar da bu rekabeti sürdürebilme güç ve potansiyelini lokalize oldukları bölgelerin dinamiklerinden almaktadırlar. 21. yüzyılın üniversiteleri bir yerleşke içine hapsolmuş, kapalı amfilerde ders verilen öğretim kurumları değildirler. Bugün üniversitelerin, açık kapı politikası ile halkla, kamu sektörüyle, sivil toplum örgütleriyle ve özel sektörle sürekli temas halinde olan aktif bir toplumsal aktör olması beklenmektedir. Üniversiteler, bölgesindeki her hane, toplumsal yapı, kamu kurum ve kuruluşlar ile etkileşim içinde olmak zorundadır. Hanelerle, mahallelerle, ilk ve ortaöğretim kurumlarıyla, adliye ve emniyet kurumlarıyla, yerel yönetimlerle, sağlık kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleriyle ve tarım, sanayi ve turizm başta olmak üzere tüm ekonomik sektörlerle komşuluk ve ortaklık hukuku kuran bir üniversiter yapılanma öngörülmelidir. “Kamu sektörü üniversitelerden ne bekliyor?”, “Özel sektörden beklentileri nelerdir?”, “Kentin üniversiteden temel beklenti ve ihtiyaçları nelerdir?”, “Üniversite tüm bu aktörler ile nasıl kârlı ortaklıklar kurabilir?”... Bütün bunlar gün geçtikçe önemi giderek artan soru ve sorgulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu soru ve sorgulamalara ise ancak ifade etmiş olduğumuz etkileşimli 'komşuluk ve ortaklık hukuku' kurulduğu takdirde layıkıyla yanıt verilebilir. Mutlak surette bu ilişkisellik, üniversitede yeni idari organların kurulmasını ve var olan birimlerin yeni bir anlayışla reforme edilmesini gerektirecektir. Bu köklü dönüşüm ve değişime koşut biçimde yeni düzenlemelerin yapılması, çok büyük yükler ve/ya maliyetler getiriyor gibi görünebilir. Ancak kuşkusuz, idealizm temelinde kurgulanan hedefler ve bu hedeflere giden yollar iyi tespit edildiğinde, kısacası hazır olunduğunda bu yüklerin altından kalkmak elbette mümkün hale gelecektir.



Sonuç olarak, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye'nin, sahip olduğu ekonomik kalkınma ve sosyo-ekonomik dinamizmini sürdürülebilir bir gelişim ile yürütebilmesi nitelikli insan kaynağı var edebilmesi ile mümkün olacaktır. Kalkınma stratejimizi yaşama geçirebilmemizin temel aracı üniversitelerin eşgüdümlülük çerçevesinde ilgili kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve sektörlerle paydaşlığını etkin biçimde sürdürmesi gereklilik arz etmektedir. Bu noktada üniversitelerin, sahip oldukları insan kaynağı ve mali olanakları ve/ya fonları rasyonel biçimde yönetebilmesi büyük önem arz etmektedir. Vasatlık tehlikesini bertaraf edebilmesi adına üniversitelerin kimliklenmesi ve kendilerine özgü kurumsal profil inşa etmeleri kritik önemdedir. Bu noktada üniversite liderliğinin ve yönetim kapasitesinin vizyoner olması icap etmektedir.



Yükseköğretim sistemimizde kalıcı bir dönüşümün temin edilebilmesi prospektif bir inşa ve vizyon temelinde mümkün olabilecektir. Bu aynı zamanda tarihin kendi özgün kültürel kodlarına bağlı kalarak yeniden inşası ya da ihyası anlamına gelecektir. İnşa süreçlerini hem bireysel hem de toplumsal düzeyde motive edici en temel araçların birisini de hiç kuşku yok ki, gelecek tasavvuru oluşturacaktır. Bu tasavvur, yalnızca maziye öykünerek değil, somut stratejik hedefler ve kamu politikaları üreterek gerçeklik zemini bulacaktır.





#Yükseköğretim
#Üniversite
#Eğitim
8 yıl önce