YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Kımıldama

 
İlhan Selçuk'un kafasını kurcaladığı anlaşılan "Resmî görüş kendi taraftarlarını ortadan kaldırır mı hiç?" sorusunun yersizliğini anlamak zor olmuyor. 'Resmî görüş' deyimi anlamsız; kirli bir iktidar mücadelesinden başarılı çıkmak isteyen güruhlar elbette 'resmî görüş' diye adlandırılamaz

 

Prof. Ahmet Taner Kışlalı suikastı fâillerinin, olayın üzerinden iki ay geçtiği halde, hâlâ bulunamayışı, yazarı olduğu Cumhuriyet gazetesinde nihayet yankı buldu. Gazetenin güçlü ismi İlhan Selçuk, bir üniversiteli gençle karşılıklı konuşma biçiminde yazdığı dünkü yazısını, şu yürek paralayan soruyla bitirdi: "Bu yeni süreçte Cumhuriyet yazarlarından daha kaç kişi öldürülecek?"

Henüz 'yeni süreç' denilebilecek bir farklılık kendini belli etmedi; ucu gözüken Avrupa Birliği adaylığının demokratikleşme sürecini zorlayacağı umududur. ANAP lideri Mesut Yılmaz, 28 Şubatçı çizgiden uzaklaştığı mesajlarını veriyor, ama yeni söylemi henüz kendi partisinde bile yansıma bulmuş değil. Siyaset alanı, son bir kaç yıldır varlığını hissettiği sistem dışı gölgenin etkisinde hâlâ. Bu bakımdan, 'yeni süreç' değil, sadece 'yeni bir umut' söz konusu.

İlhan Selçuk'un sorusu, durmuş oturmuş süreçler için değil, bugünkü türden ara ortamlarda geçerli zaten. Yoksa, süreç (herhangi bir süreç) kendinden emin olduğunda, siyasî suikastlara gerek duymuyor; o dönemlerde varlığını pekiştirecek düzenleme faaliyetleri içerisine giriyor. Ne zaman bir tehditle, varlığını ortadan kaldıracak bir oldu-bitti ile karşılaşırsa, onu def ederek yoluna devamı sağlayacak tedbirleri alma ihtiyacı hissediyor. Siyasî cinayetler, toplumsal olaylar öyle ortamlarda devreye giriyor...

1990 yılı ocak ayında Prof. Muammer Aksoy'un hâince öldürülmesiyle başlayan, 1993 ocak ayında Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle artan ve 1993 temmuzunda Sivas'ta 37 kişinin hayatını kaybetmesiyle zirveye ulaşan sürecin unsurlarına bakıldığında bu dediğimizi açıkça destekleyen unsurları görmek mümkün oluyor. Türkiye'nin, sonradan, 'Kopenhag kriterleri' adını alacak evrensel değerlerle buluşması yolunda önemli adımların atılmaya başlandığı bir tarihî dönemeçti 1990 yılı; birbiri ardına işlenen cinayetler sonunda, dayatmacı, tepeden inmeci reçeteleri dinlemeye hazır bir ülkeye dönüştü Türkiye.

Olaya bu açıdan baktığımızda, İlhan Selçuk'un kafasını kurcaladığı anlaşılan "Resmî görüş kendi taraftarlarını ortadan kaldırır mı hiç?" sorusunun yersizliğini anlamak zor olmuyor. 'Resmî görüş' deyimi anlamsız; kirli bir iktidar mücadelesinden başarılı çıkmak isteyen güruhlar elbette 'resmî görüş' diye adlandırılamaz. Ancak, o mücadelede sonuç almak için siyasî cinayetlere başvuracak kadar gözü dönmüş kişilerin, gerekirse, kendilerine yakın duranları ortadan kaldırmakta tereddüt etmeyeceklerine dünya tarihi de tanıktır.

1990 başından beri Türkiye'ye giydirilmek istenen deli gömleği, ya tatlı sözlerle ya da korku salarak gerçekleştirilebilecek bir projeydi. Psikolojik savaşın bu iki yönteminin de denendiği ortada; kimi kişi ve kesimlerle ittifak kurulmak, kimileri de korkutulup sindirilmek istendi. Korkutma ve sindirme için toplumda düşmanca hislerin doğmasının amaçlandığı o kadar açık ki! Akın Birdal'a yönelik suikast girişimi ötekilerden farklıydı, bu sebeple zanlıları hemen bulunabildi. Prof. Aksoy'dan Prof. Kışlalı'ya değerli aydınlar, Madımak Oteli'nde yanarak hayatlarını kaybedenler 'simge' değeri taşıdıkları için hedef seçildiler; yoksa hedef onların konumları veya işlevleri değildi. İstenen, toplumun düşman kamplara bölünmesi, kendilerini 'kurban' ile özdeşleştireceklerin 'suçlu' olarak göreceklerine karşı başvurulacak her türlü belden aşağı müdahaleyi onaylamasını temindi. Türkiye'de işlenen siyasî cinayetler, dünyanın başka bölgelerinde de denenen, ama bizlerin Meşrutiyet döneminden beri sık tanık olduğumuz türdendir.

Elbette bu bir varsayım. Tezimi doğrulayacak, kukla câniler ve onlara emir veren kuklacıların kimliğiyle ilgili belgelere sahip değilim. Ancak Türkiye'nin başına musallat olan terör belâsını, hâin siyasî cinayetleri, bizden önce şeffaflaşan toplumlardaki bulgularla karşılaştırınca böyle bir doğal sonuca ulaşmamak imkânsız görünüyor. Nitekim, şu son on yılı etkisi altında geçirdiğimiz siyasî cinayetlerin ilki işlendikten hemen sonra başladığım ve bugüne kadar bıktıracak kadar sık tekrarladığım "Yapmayın, bu biçimde davranarak cinayet şebekesinin ekmeğine yağ sürüyorsunuz, kendi kuyunuzu kazıyorsunuz" uyarısından vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim... İlhan Selçuk'un yürek paralayıcı sorusunu, uyarı biçiminde ve mümkün olduğunca nâzik ifadelerle, yıllardan beri sorup duruyorum ben.

İlhan Selçuk nihayet düşünmeye başladı. Bu olumlu bir kımıldama, komadan çıkmakta olduğuna dair güçlü bir hayatiyet belirtisi. Merak ettiğim şu: Gerçeği yakalarsa hatasını kabul eder mi, yoksa utancı gereğini yerine getirmekten alıkoyar mı?


22 Aralık 1999


Kağıda basmak için tıklayın.

Fehmi Koru

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...