| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Ankara yârânıŞevket Süreyya Aydemir'in Suyu Arayan Adam (İstanbul, 1967) adlı hâtırâtında yer alan ve Ankaravîlerin zihniyetine işaret eden şu satırları dikkatlice okumanızı öneririm: "O zaman, uluslararası vasıflı herşeye karşı Ankara'da büyük bir ürküntü vardı; hatta 'din' bile gayr-ı millî olduğu, uluslararası bir nizam ifade ettiği için yadırganıyordu. Uygarlığın, bütün ileri memleketler için müşterek vasıflarında bile şüpheli noktalar seziyorlardı. Daha sonraları bu kompleks "Biz bize benzeriz" şeklinde bir ifade de buldu. (...) Birgün Halk Partisi Genel Sekreteri [Saffet Arıkan] bizim bize benzeyişimizi daha elle tutulur bir şekilde şöyle anlattı: Azizim! Türkiye bir yumurtaya benzer. Herşeyimiz bu yumurtanın içindedir. Bu içerideki şeylerin dışarıdakilerle hiçbir ilişkisi yoktur. İnkılaplarımız, dâvâlarımız hep bu yumurtanın içinde!" Siyasî Merkez'in alışkanlıkları hâlâ sürmekte ve Ankara yârânı hâlâ aynı ürküntülerle hareket etmekte... Arabizm veya Arap Kültür Emperyalizmi gibi ucuzlukların ardında da hep bu ürküntüler var... Türk Müslümanlığı muhabbetleri de hiç kuşkusuz benzer ürküntülerin beslediği yapaylıklardan... Sivil veya resmî aracılar yardımıyla ikide bir ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen 'tecdîd ve ıslah' başlıklı temcit pilavının ateşi de hep bu boş ürküntüler... Geçmişte başkentler, genişleme ufkunu işaretleyen istikametlere doğru kurulurdu... İznik... Bursa... Edirne... İstanbul... Geriye değil, ileriye bakılırdı... İlk tereddüd, Osmanlı'nın Belgrad'ı başkent yapmamasıyla zuhur etti. Otağ, Balkanların göbeğine kurulsaydı, belki de Viyana'yı almak kolay olacaktı. Fakat taşınma ertelendi; zira gözler Viyana'ya çevrilmişti; Sultan otağını Viyana'da kuracaktı; belki bir süre sonra da Roma'da... (Peygamber efendimiz de namazlarını Mekke'de iken Medine istikametindeki Kudüs'e, Medine'de iken de Mekke istikametine yönelerek kılmamış mıydı?) Ne zaman geri çekilmeler başladı, o zaman başkentleri çekiliş istikametlerinde kurmak fikirleri de ortaya çıktı. II. Osman, başkenti Orta-Anadolu'ya taşımaktan söz ettiği için Yeniçeriler (Ordu) tarafından katledilmişti. Mahmut Şevket Paşa da başkentin Bağdad'a taşınmasını teklif etmişti ki bu nedenle İttihatçılar eliyle bir komploya kurban gidiverdi... Meclis, geçici olarak başkent olmayan bir şehirde, cephe gerisinde, Ankara'da kurulmuştu. Yunanlılar Anadolu'nun içlerine yönelince, geçici merkezi Ankara'dan Konya'ya taşımak isteyenler de çıktı; fakat direnenler çoğunluktaydı. Bazı telkinlerle Ankara başkent ilan edildi. İstanbul ise belki zahiren unvanını bırakmış ve fakat aslâ cazibesini (merkeziyetini) yitirmemişti... Öyle ki kısa bir süre sonra Cumhuriyetin kaderi Çankaya'dan çok Dolmabahçe'den tayin edildi. Ankara'nın ürküntüleri, tekdüzeliğin beslediği ürküntülerdir; hep bir geçicilik sıkıntısını yaşar Ankara yârânı... Muhacirâne duygulardır onlarınki... Ankara daha ötesini, daha ileri bir ufku temsil etmez nazarlarında... Ufukları Ankara'ya kadardır... Peki ötesi?!? Ötesi, olsa olsa köylerine dönüp orada hayata veda etmek hayalinden ibarettir. Ankara'nın muhacirleri, Ankara'da ölmeyi istemezler; birgün, yakın veya uzak ama mutlaka birgün köylerine döneceklerini umarlar. Bu çokluk böyle olmuştur. Bu tür muhacirlerin ayakları kolay kolay yere basmaz, basamaz nedense... Hep ürkektirler, hep yerlerinden edilecekleri korkusuyla yaşarlar ve öylece sıkışıp kalmayı yeğlerler. Hareket, sallantı demektir, sarsıntı demektir; bu nedenle geniş ufuklar, ileriler, öteler cezbetmez onları... Doğrudur, onlar uluslararası vasıflı herşeye karşı büyük bir ürküntü duyarlar; din tasavvurları tamamen Ankaravîdir ve bu, ikamet'in değil muhaceret'in, temekkün'ün değil tereddüd'ün, kuvvetin değil zaafın tevlid ettiği bir psikozdur. Diyanet riyasetinin ve sözüm ona destekçilerinin 'din' hakkındaki yorumları da tıpkı böyle Ankaravîdir ve bu nedenle onlar, inneke hamîdun mecîd ibaresini, "Bu devletin son padişahı Sultan Hamîd olacak. Sonra bir Mecîd gelecek ama, o artık padişah sayılmayacak" şeklinde tefsir eden kocakarının eline siyaseten su bile dökemezler. Elmalılı'nın hazırladığı tefsir de resmî bir teşebbüsün ürünüymüş... İyi de burada şu suâlin cevabının verilmesi gerekmez mi: Hani, Diyanet'in Elmalılısı nerede?!?
dcundioglu@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|