YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

12 Eylül'ün düşündürdükleri

Herkesin kendisine göre bir demokrasi tarifi var. "Cumhuriyeti koruma ve kollama adına" demokrasiyi katletmeye daima hazır olan kişilerin tarifini de, Aydınlık dergisinde buldum. Gözlerimin bağı çözüldü.

Meğer demokrasi, "yabancı müdahalelere ve iç gericiliğe karşı, cumhuriyetin devrimci diktatörlüğü imiş. Gericiliğe karşı diktatörlük uygulamasına itiraz etmek, esasında, demokrasiye itiraz etmekmiş" (Aydınlık - 10 Eylül 2000)

Recep Peker

CHP Genel Sekreteri, Kemalizm'in ideologu Recep Peker'in dünya görüşü de aynı.

Peker'e göre, insanlara tek tek bakıldığında, değerleri sıfırdır. Ulus menfaati her şeyin üzerindedir. Fert, ulusa hizmet sunabilmek için, eğitilmeli, terbiye edilmelidir. Bireyler, ancak toplumun yüksek menfaatlerine hizmet ettikleri ölçüde, önem kazanırlar.

Farklılıkları törpüleyen ve inkılâbı dayatan, belki o gün için hoşgörülebilecek bir zihniyet, bugünlere kadar gelmiştir.

Peker, inkılâp dersleriyle güdülen amacın, Türk ana inanış istikametini gençlere aşılamak, onların kafasına yerleştirmek olduğunu söylüyor, bir ideolojik mutabakat ve "müşterek bir inanç sistemi" sağlanamadığı takdirde, "ulusun, her biri başka tarafa çeken bir insan yığınından farkı kalmayacağı" endişesini dile getiriyordu.

Aradan geçen yıllar içinde, sivillerin pek çoğu, kendilerini, Pekerci tek tip eğitimden kurtarabildiler. Farklı hayat tarzları ve inanışlara yöneldiler. Ama bir grup asker-sivil bürokrat, Kemalist kalıplara sıkı sıkıya bağlı kaldı. Bu yüzden de demokrasi, "sınırını aşan cahil halkı(!) resmi ideoloji çizgisine çekme çabaları ile", hep inkıtaya uğradı.

(Kemalizm'in Atatürkçülük'ten farklı bir ideoloji olduğunu buradan bir kere daha belirtmek isteriz.)

12 Eylül

Bugün 12 Eylül... Türkiye'nin sözüm ona kardeş kavgasından kurtuluşunun yıldönümü. Ama nedense, kimse Kenan Evren'i övmüyor. Milli Güvenlik Konseyi'nin icraatını alkışlamıyor.

Bugün Türkiye'de düşünen kafalar, bir doğruyu idrak etmiş durumda: Önce bunlar, ateşi tutuşturuyor veyahut düşmanlıkları körüklüyor. Sonra da, düdük çalıp demokrasi oyununa son veriyor. Böylece, toplum bir ideolojik banyodan geçiyor. Siyaset geriliyor. Hamaset yol alıyor. Bilahare ipler yavaş yavaş gevşetiliyor.

Demirel, askeri darbeyi takib eden aylarda, sorup durdu: "11 Eylül'de patlayan bombalar, akan kan nasıl oldu da 13 Eylül günü durdu birden bire?"

Mamafih bana, "darbelerden darbe beğen", "şerlerden, ehven-i şer'i seç" deseler, gene de 12 Eylül'ü tercih ederim. Çünkü yapay olarak oluşturulmuş olsa bile, çok elim günler yaşanıyordu. Gerçekten kardeş kardeşi vuruyordu. Nice değerli insan, cinayete kurban gidiyordu. İş çığırından çıkmıştı. Ve maalesef Demirel ile Ecevit küskünleri oynuyordu.

12 Eylül, ilk uygulamalarıyla değil, sonraki gelişmelerle, iyice tartışılır hale geldi.

Özellikle mevcut siyasi partilerin kapatılması, MDP adlı bir partinin kitlelere dayatılarak, halkı temsil niteliğine sahip SODEP ile DYP'nin seçimlere sokulmaması, Evren'in Anayasa'nın bir parçası gibi referanduma sunulması ve alternatifsiz aday olarak "seçilmesi", sağcı-solcu çok sayıda gence sistematik işkence uygulanması, özellikle Diyarbakır Hapishanesi'ndeki zulüm, 12 Eylül'ün not defterine düşen kara lekelerdir. O günlerin yanlışı, bugün çektiğimiz birçok sıkıntının müsebbibidir. Ufalanan partiler ve PKK terörü gibi.

İşin kötüsü, bunca haksızlık ve yanlışlık gerçekleşirken, hep Atatürk referans gösterildi. Hatta 1981 yılında, tam bir sene müddetle "Atatürk'ün 100'üncü yaşını" kutladık.

Ordu ve siyaset

8 Eylül 2000 tarihli Zaman gazetesinde Hilmi Yavuz tarihi bir hakikate dikkat çekiyor: "İstiklâl Harbi'nin efsanevi kumandanları Rauf Orbay, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez, Refet Bele Paşalar, hem milletvekili, hem de ordu ya da kolordu komutanlarıydı. Mustafa Kemal Paşa, Terakkiperver Fırka kurulmadan önceki günlerde, bu komutanlara ya orduyu ya da milletvekilliğini tercih etmelerini söylemiş, onlar da siyasette kalmayı istemişlerdi."

Hilmi Yavuz, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi büyük komutanların, Mustafa Kemal Paşa ile mücadele etmek için Parlamento'yu seçmiş olmalarına değiniyor ve "Bunun anlamı açıktır, siyaset orduda değil, doğrudan doğruya TBMM'de yapılmaktadır. Eğer böyle olmasaydı, komutan paşalar orduda kalmayı tercih ederlerdi" diyor.

Siyasete örtülü veya açık müdahaleyi Kemalizm adına yaptıklarını söyleyenler, aslında Atatürk'ün yasakladığı bir çizginin takipçisidir. Gerçi Atatürk döneminde, devrimlerin kök salması için bazı zorlamalar olmuştur. İstiklâl Mahkemeleri'ni, Takrir-i Sukûn Kanunu'nu demokrasiyle telif etmek de imkânsızdır.

Ama, yeni bir devlet kurulurken o günün şartları içinde, başvurulan geçici yöntemi, bugüne taşımak, "devrimci dikta metodlarını" farklı hayat tarzlarını, farklı kimlikleri ezmek için kullanmak, gericiliğin ta kendisidir.

Mevlâna'nın dediği gibi, "Dün dünle birlikte gitti cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lâzım"

Teslimiyetçi politikacı

Bu bağlamda, Mesut Yılmaz'ın, Meclis'te Anap grubunda sarfettiği bazı görüşlere de dikkat çekmek isterim. Askeri yüreklendirenler biraz da basiretsiz ve ürkek politikacılar.

9 Eylül 2000 tarihli Radikal'e göre Yılmaz, Anaplılar'a "İrticacı memur yasasının çıkmama şansı yok" demiş ve ilâve etmiş: "Sivillerle askerin çatışmaması için, askere 'gerekeni yapıyoruz' moralini vermek lâzım. Bunu verirsek, gerisine karışmazlar. Boşluk bırakırsak, bugün kullandığımız hürriyetlerimizi bile özler hale geliriz. Her MGK'da, masaya bir irtica ile mücadele listesi koyuyorlar. Komutanlar değişse bile, arkadan gelenler bunları bize soruyor. 28 Şubat kararlarını takip etmeyi sürdürüyorlar."

Böyle teslimiyetçi bir zihniyete sahip olan Anap Genel Başkanı, Avrupa Birliği'nden Sorumlu Bakan konumunda. Oysa Avrupa Birliği her raporunda, askerin siyaset üzerindeki etkisinin kalkmasını istiyor.

Siyasetçisi demokrasiye sahip çıkmazsa, sade vatandaş ne yapsın!!!

Cumhurbaşkanı'nı alkışlar, Sami Selçuk'u alkışlar... Ve mesaj vermeye çalışır: "Ben sıradan bir cumhuriyet değil, demokratik cumhuriyet talep ediyorum."


12 EYLÜL 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...