Brifinglere koşarsınız ama...

Tartışmayı başlatan Ertuğrul Özkök... Özkök, RP lideri Erbakan'la bazı gazetecilerin Hıdiv Kasrı'nda "biraraya gelmesini" yorumladığı yazısında şöyle diyordu:

"Ben onlara Erbakan'ın yalakaları demeyeceğim. Çünkü gazeteci, haberin olduğu her yere gider. O yüzden, Erbakan'ın davetine katılanlardan bazılarının kendileri gibi düşünmeyenleri etiketlendirmek alışkanlığı olsa da, benim onlara yapıştıracak tek etiketim var: Gazeteci."

Aslında ortada tartışma filan yok.

Hürriyet gazetesi kendi kendine gelin güvey oluyor.

Gerçi Özkök, toplantıya katılan gazetecileri, zımnen, "Erbakan yalakaları" olmakla suçluyor, Erbakan'a "Neden bu güzelim tesislerde içki yasağı uyguluyorsunuz?" şeklinde bir soru yöneltmedikleri için meslektaşlarını örtülü bir dille eleştiriyor ya, "Erbakan yalakası" olmak "canlı hayvan kaçakçısı" diye anılmaktan daha onur kırıcı değildir bana kalırsa...

Geçelim...

Hürriyet gazetesi, dün, muhtemelen Özkök'ün talimatıyla, bir tam sayfasını işbu "olmayan" tartışmaya ayırmış: "Gazeteci haberin olduğu her yere gider mi, gitmez mi?"

Yazarlardan da görüş almışlar.

Tufan Türenç, "Gazeteci mutlaka gitmelidir" diyor. İsmet Berkan "burun kıvıracak lüksü olmadığı için" gidermiş. Mehmet Yakup Yılmaz, Hikmet Çetinkaya, Sedat Ergin de giderlermiş. Doğan Heper, "yandaşlar toplantısı havası yoksa" düşünebilirmiş.

Fikret Bila, generallerden aşağısıyla görüşmeyi zül addettiği için "Beni karıştırmayın" diye cevap vermiş. Emin Çölaşan, "toplantıya katılan yazarlarla aynı ortamı paylaşmak onu küçülteceği için" gitmezmiş.

Ferai Tınç gidermiş ama, "bildiklerinin dışında hiçbir şey öğrenemiyeceğini biliyorsa" tercihini "gitmemek" yönünde kullanabilirmiş.

Güneri Cıvaoğlu, Erbakan'ın haber değeri olmadığı için gitmezmiş.

Neden Güneri Bey?

Bunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?

Yıllanmış, tecrübeli, üstelik "iyinin de fevkinde" bir "haberci" olarak, üzerine koca bir 28 Şubat bina edilmiş bir siyasetçinin haber değeri taşımadığına neden, nasıl, hangi mikyası kullanarak karar verebiliyorsunuz?

Erbakan nefreti, sizi meslekte "münkir" konumuna getirdiyse, vah.

"Gazetecilik değeri olmadığı için" Erbakan'ın toplantısına gitmezdiniz de, o halde brifinglere hangi gazetecilik değerini gözeterek koşuyordunuz?

Elinize tutuşturulan metinleri edite etmeden sayfaya yerleştirirken mi "gazetecilik" yapıyordunuz?

Brifingleri ayakta alkışlarken mi gazetecilik yapıyordunuz?

Elinizde kameralarla, fotoğraf makineleriyle "tarikat şeyhleri"nin "basılmasına" katılırken mi gazetecilik yapıyordunuz?

Peki, sen Ertuğrul?

Erbakan'ın davetine katılanlardan bazılarının "kendileri gibi düşünmeyenleri etiketlendirmek" alışkanlığından yakınıyorsun da, Erbakan'ın davetine katılmayanlardan çoğunun kendileri gibi düşünmeyenleri "liboş", "numaracı cumhuriyetçi", "yobaz" biçiminde aşağılamalarından neden bir "pay" çıkarmıyorsun?

Gençsin, güzelsin, başarılısın, olmayan bir tartışmanın mihverine oturup prim yapmayı hesap edecek kadar zeki, Pakistan'daki darbeden 28 Şubat'a meşruiyet çıkaracak kadar "işinin ehli" bir gazetecisin.

"Erbakanın davetine katılanlara yapıştıracak tek etiketim var: Gazeteci..." diyorsun "bilirkişi" tavrıyla.

Keşke, bizlerin de sana yapıştırabileceğimiz tek etiket bu olsaydı.

Gazeteci mi desek?

Canlı hayvan kaçakçısı mı?

İhale ve iş takipçisi mi?

TÜSİAD üyesi mi?

Doğan Holding İcra Kurulu Üyesi mi?

Hangisi?

En doğrusunu, Enis Batur söylemiş galiba. "Ertuğrul" hadisesi "Ertuğrul faciası"na dönüşünce, dayanamamış, patlatmış bombasını:

"Rahmetli Ertuğrul Özkök."

Prof. Yaşargil'e onursal doktora