Fehmi Koru haklı.. Ajanlar bilinmelidir!.

Arkadaşımız Fehmi Koru, "basında ajan var mı" konulu ilgi çekici bir tartışma başlattı.. Bu tartışma herhalde bazı "merkezler"i rahatsız etmiş olmalı ki, "görevliler", yoğun biçimde saldırıya geçti Koru'ya karşı..

Başımdan geçen bir olayı anlatarak, "basında ajan var mı" tartışmasına katkıda bulunmak istiyorum..

12 Eylül askeri rejiminin en yoğun günlerindeydik.. 1981 veya 82 olmalı yıl.. Ben "Millilyet"te başyazıları yazıyordum..

Bir sabah, şimdi rahmetli olan Örsan Öymen'in, gözaltına alınıp, Gayrettepe'deki Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğünü söylediler..

Otomobile atlayıp, Gayrettepe'ye gittim.. Emniyet Müdürü, rahmetli Şükrü Balcı'ydı.. Onun makamına aldılar beni.. Balcı'yı, ben Cumhuriyet gazetesinde yazarken ve o İstanbul Trafik Müdürü'yken tanımıştım..

Şükrü Balcı'ya sordum..

- Neden Örsan Öymen'i gözaltına aldınız?.

Anlattı..

Rahmetli Örsan'ın Almanya'daki bir radyoda, 12 Eylül rejimini eleştiren yayınlarını biri ihbar etmiş.. Onun üzerine, Örsan Öymen Türkiye'ye gelince gözaltına almışlar.. Sıkı Yönetim Komutanlığı'nın emriyle olmuş bu işlem..

Sıkıyönetim komutanını aramasını rica ettim Balcı'dan.. Arayıp, telefonu bana verdi.. "Alo, ben Mehmet Barlas" dedim.. Karşımdaki ses de, "Alo, ben Kemal Ilıcak" dedi.

Meğer rahmetli Kemal Ilıcak, o zamanki Sıkıyönetim Komutanı'nı ziyaret ediyormuş.. Komutan odadan bir an için çıkmış.. Telefon çalınca Ilıcak açmış.. Demek şans bizden yanaydı..

Tabiî çok sevindim.. Kemal Bey'e durumu anlattım.. Komutana söylemesini ve Örsan'ı kurtarmak için çaba göstermesini rica ettim..

Ilıcak, meslekdaşlarının zor anında, hep yanlarında olan bir gazeteci-patrondu..

Komutan odaya dönünce, ona Örsan için şefaatte bulundu.. İkna etmiş olmalı, komutan telefonu aldı.. Örsan Öymen'in bırakılacağını söyledi bana.. Sonra telefona Şükrü Balcı'yı istedi.. Ona, "Öymen'i bırakın" talimatını verdi..

Bir polis eşliğinde, en aşağı kata indim.. Siyasi Şube'de sorgusunu bekleyen Örsan Öymen'i aldım.. Doğru, bizim eve getirdim..

Ertesi gün Almanya'ya giden bir uçak varmış.. O uçağa, telefonla yer ayarladık.. Örsan o gece bizim evde kaldı..

Ertesi sabah, hava alanına gitmeden, Milliyet gazetesinin Cağaloğlu'ndaki binasına uğramak istedi. Gittik.. Yazıişlerindeki arkadaşlar, Örsan'ın çevresini sardı.. Herkes, Örsan kurtulduğu için, çok sevinçliydi..

Örsan da, bu sevgiden ötürü coşkuluydu..

Arkadaşlarla konuşurken, Şükrü Balcı'yı eleştiren, biraz ağır ifadeli sözler söylüyordu.

O sırada, Milliyet mensuplarından bir genç arkadaş geldi yanıma..

- Sizi telefondan istiyorlar, dedi..

Telefonu aldım.. Karşımda Şükrü Balcı vardı..

Şöyle dedi..

- Şu anda Örsan Öymen benim hakkımda ileri geri konuşuyormuş.. Söyle kendisine.. Bir daha elime geçerse kurtulamaz..

Örsan'a gidip, Balcı'nın sözlerini aktardım..

Hemen sustu.. Sonra onu uçağa bindirip, Almanya'ya yolcu ettik.

İşte böyle bir anım var..

Milliyet'in yazı-işlerindeki bir konuşmayı, anında, İstanbul Emniyet Müdürü'ne "biri" duyurmuştu özetle..

Daha önce, Cumhuriyet gazetesinin odalarında yapılan konuşmaları, MİT ajanı Mahir Kaynak'ın teybe aldığını, 12 Mart 1971 sonrasındaki "Madanoğlu Davası" sırasında öğrenmiştik hepimiz..

Daha sonra, TRT'nin Haber Dairesi'ni yönetirken de, istihbaratçıların, tüm çalışanlar hakkında dosyalar tuttuğunu öğrenmiştim. Ayrıca, 12 Mart askeri rejimi sırasında, bazı TRT çalışanlarının, birbirlerini ihbar eden notları da, önüme gelmişti..

Yani mesele, birilerinin devlet istihbarat örgütleri ile bilgi alış-verişinde bulunmasından çok öteye bir olay..

Burada söz konusu olan "muhbir ajan" olarak çalışmak.. İşyerindeki arkadaşlarının güvenini kullanıp, onların fişlenmesine yardım etmek..

Fehmi Koru haklı..

"Ajan-provokatör"ler ve "muhbir-ajanlar" mutlaka açığa çıkmalı..

Ahlaksızlık, hiçbir mesleğe yarar sağlamaz..

ŞAKA

Resmî dindarlık!.

Papa, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'la konuştu diye, herkes amma da seviniyor..
Daha önce, Fethullah Gülen Papa'yla görüştü diye, ne tepkiler seslendirilmişti oysa..
Ne de olsa alışmışız..
Bize 'resmi ideoloji' yetmiyor..
İlle, 'resmi din' de gerekiyor bize..
Şu Papa'nın, devlet memuru olmaması da, galiba Katolikler'in büyük ayıbı..
O, sadece Vatikan'ın Devlet Başkanı!.

AYDIN DOĞAN

Patronlar ajan olmamalıdır!.

Basındaki "ajan"ları tartıştığımız bu günlerde, "gazete" denilen olgunun iki ayağının bulunduğunu hatırlamalıyız..

Bu ayaklardan biri çalışanlar, gazeteciler, basın emekçileridir..

Bir diğer ayak ise, "patron"dur, sermayedir..

"Patron", devletten veya askeri rejimden gelen baskılar karşısında dirençsiz olduğu takdirde, gazeteciler sonunda susturulur..

Son "28 Şubat" post-modern müdahalesi sırasında, bu gerçeği bir kez daha gördük..

Daha önce de söyledim bunu..

"Kartel modeli"nden ötürü eleştirsem ve basın-dışı alanlara yayılmasından dolayı tenkit etsem de, Aydın Doğan'ın, bir "basın patronu" olarak, 28 Şubat'ı yüz-akı ile geçirdiğini vurgulamalıyım..

Susturulması istenilen yazarlarını, satmamıştır..

Derin devletten gelen baskılara karşın, gazetelerindeki 28 Şubat karşıtı yazarlarını, kurban etmemiştir.

Keşke başka basın patronları da, Aydın Doğan kadar dirençli olabilselerdi.. 28 Şubatçılar, mesleğin böyle yozlaşmasına sebep olamazlardı..

Neyse.. Herşey yaşayarak öğrenilir..

Aydın Doğan, "sermayenin ahlakı" konusunda belki bir kurs açar diğerlerine..