![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Devletin kimyası bozulduBu sütunlarda dün, MGK'nin "siyaset üstü konumu"nun siyasetin kimyasını nasıl bozduğunu yazdım. Siyasetçi, nerdeyse MGK'da önüne konacak dosyanın tedirginliği içine girmiş... "MGK gölgesinde siyaset" diye bir gerçekliği yaşıyor Türkiye... Aynı statünün, daha aşağılara yansıması, daha az "kimya bozucu" değil. Bir eski valiyi dinledim: -Valiler illerde devletin temsilcisidir. Her birim valiye bağlıdır. Ama yaşanan süreçte vali, nerdeyse emir eri statüsünde çalışıyor. Bu şaşırtıcı tesbitten sonra araştırdım. Daha ürküntü verici tesbitlerle karşılaştım. Bir kere müthiş bir tedirginlik hakim. Her ay validen, geçen süre içinde kaç Kur'an kursunun kapatıldığı, kaç başörtülü memura görevden el çektirildiği, kaç radyonun takibe alındığı, İHL'de başörtüsü sorununun ne durumda olduğu, kaç vakfın, derneğin soruşturmaya tabi tutulduğu konusunda rapor isteniyor. Başbakanlık Uygulama ve Takip Kurulu'nun yerel ünetilerine vali başkanlık ediyor, ama kurulun diğer üyeleri, sürekli uygulamaları takip edip, nazikçe gündeme getiriyor, bir başka anlamda hesap soruyorlar. Ayrıca komitedeki başka birim sorumluları, kendi üstlerine özel raporlar veriyorlar. Vali bile eşinin giyim kuşamı ya da inanç ve ibadetleri sebebiyle gözaltında olduğunu hissediyor. Yani içiçe bir gözetleme-denetleme söz konusu. Bu, demokratik bir devlet görüntüsü müdür? Yoksa herkesi gözaltında bulunduran bir "Big Brother" yönetimi mi? Kamu görevlilerini de içine alan bir jurnal ağı ülkeyi sarmış durumda. Yüksek Denetleme Kurumu'nun, başörtülü memurları tek müfettiş raporuyla memurluktan ihraç ettiği bir ortamda, Meclis, memurlar için yeni Demokles Kılıçları üretmeye sürükleniyor. Bir yandan İnsan Hakları Üst Kurulu oluşturup, illerde insan hakları ihlallerini tesbit için seferberlik ilan diliyor. Öte yanda, insanlar sokaklarda coplanıyor. İstanbul'da 4 İHL müdürü daha görevden alınacakmış... Başörtülü öğrencilerine baskı yapmadıkları için... Daha önce 27 Milli Eğitim müdürü görevden alınmıştı... İlahiyatlar'a yönelik zor düzeni, geldi Marmara İlahiyat'ın kapısına dayandı... Anlaşılıyor ki bir eşik Marmara İlâhiyat... En son orası kaldı öğrencilerin başörtü çıkarmaya zorlanmadığı yer olarak... Ondan sonrası artık sokakta taciz olmalı! YÖK ve Milli Eğitim sanki farklı bir gücün emir ve komutası içinde çalışıyor. Parlamentoda herkesin YÖK'le sıkıntısı var. Milli Eğitim'de olan biten ise en azından dört partinin tepkisini çekiyor. Ama gençlerin hayatını mahveden başına buyruk uygulamalar devam ediyor. Devletin kimyası bozuldu... "Gürüz'e kimse etki edemez. Başbakan bile... Başbakan Yardımcıları bile... Meclis bile... Cumhurbaşkanı bile..." Vatandaşın durduğu yerden böyle görünüyor devletle Gürüz'ün ilişkisi... Mesut Yılmaz, uzunca süredir, 28 Şubat'ın, partisinin vatandaşla ilişkilerine zarar verdiğini söyleyip duruyor. Ardından da, "İnsanımızı olduğu gibi kabul ediyoruz. İnsanımızı beğenmeyen, dilini, inancını, kültürünü, kılığını küçük gören, zorla değiştirmeye çalışan anlayışın karşısındayız. İnsanlara tek tip elbise giydirilmesine, tek tip kalıba sokulmak istenmesine karşıyız." diyor. Bu görüşü Meclis'te paylaşmayan bir parti olacağını düşünmüyoruz. "Gardrob devrimciliği" kişesini siyasi kültürümüze kazandıran, başörtülü öğrencilerin uğradığı muamelelerin "içine sinmediği"ni söyleyen Ecevit'in bile... Ama öte yanda, bir general çıkıp, orduya ait kürsülerden başörtülülere "tehdit" suçlamasında bulunabiliyor. Ya bu başbakan, başbakan yardımcısı ve milletvekilleri yanlış yerde duruyor, ya da bu general... İki çizgiyi aynı çatı altında bulunduran bir devletin kimyası zorlanmış demektir. Partilerin temsil hüviyeti her gün biraz daha aşınıyor. Hiçbir partiye oy vermeyen seçmen yüzdesi günden güne büyüyor... Çünkü vatandaş, partilerin her gün biraz daha işlevsiz hale geldiği inancına itiliyor. Siyasi temsilin kimyası bozulmuş yani... AB ile ilişkilerin odağında insan hakları var değil mi? Ve devlet adına her konuşan, insan hakları alanında olmazsa olmazları seslendiriyor. Ama öte yanda 28 Şubat buldozeri, devlet birimlerinin eliyle insan haklarının üzerinden geçmeye devam ediyor. Yani, devlet kimyamızdaki bozulma sebebiyle perhizle lahana turşusunu birlikte götürme maharetini gösterebileceğimizi sanıyoruz. Anlaşılıyor ki devlet henüz 28 Şubat mantığı ile AB mantığını yanyana değerlendirme noktasına gelmedi. Aslında ortada duran asıl sorun, "devlet kimyası"nı yeniden tanzim etme sorunudur. Özal, "sistemde restorasyon" diye diye tamamladı ömrünü... Demirel "Devlet reformu" diye diye bitirdi Cumhurbaşkanlığı görevini... Ecevit, siyasi hayatının son baharında 28 Şubat'ın iradesini hayata geçirmek gibi bir talihsizliğin içinde... Yılmaz, Bahçeli aynı sorumluluğu paylaşıyorlar... Muhakkak ki onların gündeminde de şöyle demokratik bir ülkenin başbakanı gibi başbakan olmak, başbakan yardımcısı olmak, siyaset yapmak arzusu vardır. Ama zaman geçiyor. Bir gün Ecevit'i de, Yılmaz'ı ve Bahçeli'yi de değerlendirecek tarih... Ne yazmalı: Devletin bozulmuş kimyasının elementleri oldular diye mi?
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|