![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Vakt-i merhun henüz gelmediAvrupa Birliğine Katılım Belgesi'nde yer alan "ifade özgürlüğü, sivil toplum kuruluşlarının özendirilmesi, işkenceyi önleme, insan hakları ihlallerinin tamiri, kısaca temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması" yönündeki taleplerin hayata geçeceği yolunda çok ümitli değilim. Ümitsiz olmam böyle bir hedefin bütünüyle dış dinamiklerin zorlamasıyla gerçekleşeceğine inanmayışımdan kaynaklanıyor. Evet Türkiye'nin iç dinamikleri böyle bir gelişmeyi zorunlu hale getirmedikçe, Türk aydını temel hak ve hürriyetleri garanti altına alacak bir düzen için elini taşın altına koymadıkça uluslararası belgelere imza koymakla böyle bir hedef gerçekleşemez. Bunun gerçekleşeceğine inanmakla biz sadece kendimizi kandırmış oluruz. Nitekim geçmişte de hep böyle oldu. Türkiye 160 yıldır Batı örneğinde bir modernleşme süreci yaşıyor. Kendimize özgü bir modernleşme modeli ortaya koyamadığımız, Batı tipi modernleşmeyi de özümsemediğimiz / özümseyemediğimiz, sadece dış dinamiklerin zorlamasıyla veya onları hoşnut etmek düşüncesiyle bazı palyatif tedbirlere yöneldiğimiz için kayda değer bir ilerleme sağlayamadık. Türk modernleşme tarihine başlangıç teşkil eden Tanzimat Fermanı müsbet veya menfi yönleriyle kendi iç dinamiklerimizin eseri olarak ortaya çıkmamıştı. Kendi valisi Mehmet Ali Paşa karşısında tarihinde hiç olmadığı şekilde mağlup ve perişan olan Osmanlı Devleti Batı devletlerini yanına çekebilmek için böyle bir irade beyanının faydalı olduğunu düşünmüştü. Bundan yaklaşık on yedi sene sonra ilan edilen Islahat Fermanı da bizim kendi çabalarımızın ürünü değildi. O da Kırım harbi ertesinde toplanan Paris Konferansı dolayısıyla uluslararası camiada kabul görmemizin bir bedeliydi ve onları etkileme gayesiyle ilan edilmişti. 1876 Kanun-i Esasi'si İstanbul Konferansı'nı sonuçsuz bırakma ve yabancı devletlerin içişlerine karışmasını önleme düşüncesiyle ilan edilmişti. İmparatorluk döneminde böyle de Cumhuriyet döneminde farklı mı? Ne gezer. Medeni Kanun'un kabulü Lozan'da adli kapitülasyonların kaldırılması ve gayrımüslimlerin hukuki otonomilerinin işlerliğinin önlenmesi için üstlendiğimiz bir tavizdi. Çok partili hayata geçişimiz de İkinci Dünya Harbi'nden sonra uluslararası camiada bir yer bulabilmek için kerhen kabul ettiğimiz bir "özveri" idi. Hiç şüpheniz olmasın biz Avrupa Birliği Katılım Belgesini de imzalayacağız. Ancak bu neyi değiştirecek? Tanzimat Fermanı'ndan bugüne nice belgelere koymuş olduğumuz imzalar neyi değiştirmişse onu. Yani hiçbir şeyi. Olaylara biraz iyimser bakma taraflısıysanız, çok az şeyi. Çünkü iç dinamiklerimiz böyle bir gelişmeyi henüz gerektirmiyor. Bu şuradan da belli. Bir taraftan bu belgeyi imzalamayı tartışıyor, Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinin düşünce ve ifade hürriyetini sınırlamasına nasıl engel oluruzun arayışı içine giriyoruz, diğer tarafından Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen kamu personelini kıyım kararnamesini, bir an önce kanun haline getirmek ve böylece Cumhurbaşkanı engelini aşmanın gayretine düşüyoruz. Şimdi böyle bir siyasi ortamda ve "Türkiye gerçeği"nde temel hak ve hürriyetlerin önemli bir kısmını garanti eden Katılım Belgesi'ne imza atmanın ne anlamı var? Her halde şu noktaya birgün geleceğiz. Temel hak ve hürriyetler, ancak uğrunda mücadele edildiğinde, yani hak edildiğinde elde edilir, başkaları tarafından tepsi içinde hazır sunulduğunda değil. Şimdilerde kendi iç dinamiklerimizi kuramadığımıza ve uğrunda mücadeleyi göze alamadığımıza, tam tersine bütün ümidimizi ithal bir belgeye bağladığımıza, göre henüz o vakt-i merhun gelmiş değil.
makifaydin@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|