![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Nasıl oturacağını bilmeden öfkeyle kalkmakTam bir Milli Güvenlik Kurulu dizaynında ve bu kurulun toplantılarının yapıldığı salonda toplanan "Şahinler Zirvesi"nde Avrupa'ya çekilen rest, Türkiye-AB ilişkilerinin Luxemburg noktasına kadar gerilemesinin de yolunu açtı. Lokomotifliğini Yunanistan'ın yaptığı Avrupa'daki anti-Türkiye lobisinin Kıbrıs, Ege ve son olarak da Ermeni Soykırımı konularında giriştiği provokasyon, Ankara'nın şahinleri için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirilince ortaya neredeyse "ilk adımın nereden atılacağının bile kestirilemediği" bir kaos çıkardı. Böyle bir kaos da son tahlilde Türkiye'nin elini kolunu bağlıyor. Bu noktada, ilişkilerin komaya girmesinde Kıbrıs konusunda dünyayı tatmin edecek bir çözüm üretemeyişimizin bulunduğunu da kabul etmek gerekiyor. Tahrik ve öfke
AB ile ilişkileri yakından izleyen eski bir diplomat olan ve Helsinki Zirvesi fotoğrafında o dönemde bakan olarak yer alan, bugünün sade milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ilişkilerin gerginleşmesinin önce BM, ardından da AB'nin tutumundan kaynaklandığını düşünüyor. İrtemçelik, "BM Genel Sekreteri'nin son zamanlarda Kıbrıs Türk tarafına karşı kuraldışı ve idraksiz tavrı vardı. Türkiye bu konuda bir de AB'nin olumsuz tavrına muhatap kaldı. Bunların üzerine Ermeni tasarısının AP metnine girmesi, ardından çeşitli parlamentolarda görüşülmeye başlanması ve Koçaryan'ın Yunanistan ziyaretinde ortaya çıkan olumsuz tablo da ilişkileri iyice gerginleştirdi" diyor. Bu sözler, ilişkilerin gerginleşmesinde Avrupa'nın hiç de masum olmadığının bir ifadesidir. KOB gibi, üyelik sürecinin en önemli kilometre taşlarından birisine Kıbrıs sorununu bir siyasi şart olarak koymanın Ankara'yı irite edeceği ve bunun şahinler tarafından bir fırsat olarak değerlendirileceği apaçık belliydi. Bunun yerine, sorunun Helsinki belgesindeki takvime tabi bırakılarak, genel cümlelerle yer alması yolu seçilebilirdi. Buna rağmen, Türkiye'nin öfkeye kapılması ve AB ile ilişkileri çıkmaza götürecek tutum takınması da kesinlikle mantıklı bir politika değildir. Çünkü, Ankara'nın bu tür çıkışları artık Avrupa başkentleri tarafından kolaylıkla deşifre ediliyor. İrtemçelik bu durumu şöyle ifade ediyor: "Kişilerin ve kamuoyunun öfkelenme, sinirlenme hakkı vardır ama diplomasi, sorunları daha soğukkanlı ve her zaman bir tarih bilinciyle değerlendirmek ve hesaplı bir şekilde götürmek zorundadır. Öfke diplomasisi olamaz." Ev ödevine bakalım
Peki, bu gidiş nereye?.. İrtemçelik, "Umarım, Türkiye'nin bu tavrı Kıbrıs müzakerelerini akılcı rayına iade eder ve Türk-AB ilişkileri Yunanistan'ın tehditkar tavrından kurtarır. Ama, bu gerginlikte ısrar edilirse de neler olacağı ve zararın ne olacağı bugünden hesaplanamaz" diyor. Sadece, Kıbrıs krizi değil Türkiye'nin AB yolundaki problemi gerçek siyasi kriterlerin çözülüp çözülemeyeceğinde düğümlü. İrtemçelik bu durumu, "Yapmamız gereken, Kıbrıs ve Ege'ye ilişkin sapmaların oluşturduğu tahrikle dengemizi ve ufkumuzu kaybetmemek; öncelikle KOB'nin asli unsurlarını karşılayıp karşılayamayacağımıza karar vermektir. Karşılayamayacağımıza karar verirsek dava kendiliğinden düşecektir" sözleriyle açıklıyor. Ve tabii eğer karşılayacaksak -ki artık Türkiye'nin bu yoldan dönmesi düşünülemez- o zaman Kıbrıs bir sorun olarak AB ile ilişkilerin önünde bir engel olmaktan çıkabilir. Dolayısıyla, Kıbrıs sorunu dışarıda tutularak da olsa ulusal program vakit geçirilmeden açıklanmalıdır. Bunun geciktirilmesinin sadece Brüksel ile ilişkileri değil, daha şiddetli olarak içeriyi ve Türk demokrasisini ilgilendiren yönü vardır. Çünkü, Kıbrıs şahinliği AB ile ilişkileri tıkarken geride koskoca bir "içe kapanmanın faturası kime çıkar?" sorusunu bırakmaktadır. Evet bu fatura "yine" kime çıkar? Yarın devam edeceğiz...
mkaraalioglu@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|