YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

 

 

Karacaahmet, insanı çok düşündürüyor!..

 
Ne kadar zengin, ne kadar güçlü olursanız olun, sahip olabildiğiniz maddi ve manevi varlıkların üzerinde, sadece "geçici kullanım hakkı"nız olabilir..

 

Geçen hafta, bir arkadaşımın babasının defin töreninde bulunmak için, Karacaahmet Mezarlığı'na gittim.

Böyle anlarda, yaşamın ne kadar kısa ve ölümün ne kadar sonsuz olduğunu, yürekten hissediyorsunuz..

Karacaahmet'in, bir kent kadar geniş alanı ve toprağın altında yatanların ifade ettiği "tarih", sizi daha fazla etkiliyor..

Düşünün ki, "Üsküdar", İstanbul'un Fatih tarafından fethinden 100 yıl önce, 1352'de Orhan Gazi tarafından fethedilmiş.. Ve Karacaahmet, 1'inci Murad (1361-89) döneminde "Müslüman kabristanı" olarak tahsis edilmiş..

1852'de yazdığı ve bir seyahatname klasiği olan "Constantinople" kitabında, Fransız şair ve yazar Theophile Gautier (1811-1872), Karacaahmet'i, "Şark'ın en büyük ve kalabalık mezarlığı" olarak belirtir ve nasıl etkilendiğini anlatır..

Söylemek istediğimiz şu..

Yaşamak ve yaşamamak arasındaki o belirsiz çizgiyi, Karacaahmet'in yüzlerce yıllık mezar taşları ormanı arasında, bir başka türlü hissediyorsunuz..

Bu kabristanda yatan sadrazamların, yeniçeri ağalarının, serdarların mezar taşlarına bakarken ve Osmanlı'ya yön vermiş isimlerin "aile sofraları"nın (Dürrizadeler, İshak Efendizadeler, vb) önünden geçerken, "büyük gerçek", çarpıcı biçimde çıkıyor ortaya..

"Mülkiyet", içi boş bir kavram aslında..

Ne kadar zengin, ne kadar güçlü olursanız olun, sahip olabildiğiniz maddi ve manevi varlıkların üzerinde, sadece "geçici kullanım hakkı"nız olabilir..

Gerçekten dünya, "iki kapılı bir han"dır..

Bu gerçeği görebiliyorsanız, "bir dönem"de yaşadığınız toprağa ve dünyaya karşı, görevleriniz olduğunu da hissedebilirsiniz.

Tabiî ki, bir derviş gibi, "nasıl olsa öleceğim" deyip, tarîk-i dünya kimliğe bürünmek gerekmiyor.. Çalışacaksınız, üreteceksiniz, mücadele edeceksiniz, gelişeceksiniz, geliştireceksiniz.

Ama "giderken", arkanızda "yozlaştırılmış kurumlar", "çiğnenmiş ahlak ve hukuk kuralları", "kirletilmiş bir dünya" ve "ezilmiş insanlar" bırakmamaya özen göstereceksiniz..

Daha önce de yazdım..

Milyonlarca yıl tertemiz kalmış Boğaz'ın ve Marmara'nın denizleri, bizim yaşam süremiz içinde kirletildi.. Bu eşsiz doğayı, bizler öldürdük..

Bunun gibi, sosyal ve siyasal kurumların ve artık insanlığın ortak malı haline gelmiş evrensel mesleklerin kurallarının da bizim yaşam süremiz içinde yozlaştırılıp, kirletilmesine tanık olmamalıyız..

"Devlet", "hukuk", "adalet", "siyaset", "medya", "üniversite", "ticaret" benzeri kavram ve kurumlar, artık insanlığın ortak malıdır.. "Dünyalılık", giderek "yerel"i ve "yerel egemenlikler"i, ikinci plana itmektedir..

"Ben burada istediğimi yaparım, kimse karışamaz" mantığı, Afrika kabilelerinde bile işlemiyor artık.. İktidar ve güç sahibi olmayı, kendi halklarına eziyet etmekle eş tutanlar, uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanıyor..

-Ben istersem bütün ihaleleri alırım!..

-Ben istersem, kanunları dinlemem!..

-Ben istersem, işime gelmeyen bütün düşünceleri sustururum!..

Bu tür anlayışları seslendirenler de, sonunda ölüp, toprağın altına giriyor.. Ölüm, en büyük sosyal adalet sağlama aracı..

Ama arkalarında, gelecek kuşaklara bir "harabe" bırakıyorlar.. Ne gazeteciliğin, ne siyasetin, ne ticaretin, ne aydın olmanın bir anlamı kalıyor..

Bu tür davranışların sahipleri yüzünden, kuşaklar boyu, ülke gelişemiyor..

İnsanlık uzaya gider ve bilgi çağına girerken, sizin insanlarınız, siyaseti bir "hırsız-polis oyunu" biçiminde izlemeye mahkûm ediliyor..

Toplumun gündemi, 21'inci yüzyılda bile, sadece "mafya kavgaları"nın ve "medyatik yozlaşmışlık"ın öykülerine ipotekleniyor..

Oysa biliyorsunuz ki, sadece Türkiye değil, Amerika da, Avrupa da, dünyanın ortak malıdır.. Güncel iktidarlar, zenginlikler ve hatta devletler bile, o anda yaşayanlara, bir "intifa hakkı"ndan ötesini veremiyor..

Gidin Karacaahmet'e.. Hanya Fatihi Gazi Yusuf Paşa'nın (1645), Sadrazam İbrahim Hilmi Paşa'nın (1824) kabirlerini görün..

Biliyorsunuz değil mi? Gazi Yusuf Paşa'nın fethettiği Hanya, tüm Girit Adası ile birlikte, 1913'teki Londra Konferansı'ndan beri, Yunanistan sınırları içinde..

Karacaahmet, yaşayanları hep düşündürmeli.

ŞAKA

Ecevit'in "hoca"sı!..

Demirel, sonunda Ecevit'i de kendine benzetti..
Anayasa'nın "gizli oy" ilkesinin açık açık çiğnenmesi gerektiğini söyleyen Ecevit de, sonunda "rutindışı"na çıkmayı, olağan görmeye başladı..
Herşeyi tahmin edebilirdik ama, "Demirel'in öğrencisi" konumuna, Ecevit'in gireceğini tahmin edemezdik..
Bu olaya, en fazla Tagore'un ruhu üzülmüştür..

URAS

Demirel'in başarı notu!..

Demirel'in yeniden cumhurbaşkanı yapılmasına ilişkin tartışmaların özünde, şu soru tartışılmalıydı.

-Demirel başarılı mıdır, yoksa başarısız mıdır?

Dünkü "Milliyet"te, arkadaşımız Güngör Uras, bu sorunun cevabını aramıştı..

Altına imzamızı atabileceğimiz bu yorumun bir bölümünü, aynen aktarıyoruz:

"Sayın Demirel 1993 yılında Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda Yunanistan'da kişi başı gelir 7.051 dolar idi (OECD raporu). Şimdilerde 13-14 bin dolara yükseldiği söyleniyor. Kesin rakam belli olmadığından biz 12.000 dolar kabul edelim.

Demek ki 7 yılda Yunanistan halkının refahı gerçek anlamda, reel olarak yüzde 70 dolayında artmış. Yunan halkı ile Avrupa'nın zengin ülkeleriyle aradaki farkı kapatmada önemli yol almış.

Sayın Demirel 1993 yılında Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda Türkiye'de kişi başı gelir 3.004 dolardı. Aradan 7 yıl geçti. 1999 yılında Türkiye'nin kişi başı milli geliri 2.878 dolara düştü.

Açık anlatımıyla Türk halkı geçen 7 yıl boyunca fakirlikten kurtulamadı. Fakir idi. Fakir kaldı. Komşusu Yunanistan halkı 7 yıl önce Türk halkından 2.3 kat zengindi. Yedi yıl sonra 4.2 kat daha zengin hale geldi.

Türk halkının komşusu Yunanistan halkı ile arasındaki zenginlik/fakirlik uçurumu kapanmadı. Büyüdü.

Bizim tam üye olmayı "hayal ettiğimiz" Avrupa Birliği ülkelerinin irilerinde kişi başı gelir 20-25 bin dolar dolayında. Yunanistan gibi yenilerinde ise 11-15 bin dolar dolayında. Yedi yıldır kişi başı milli gelirde 3 bin dolarlık fakirlik çemberini kıramayan Türkiye'nin hali ne olacak?

Türkiye'nin "bir numaralı" sorunu budur. Ama ne yazık ki, politikacılarımız bu sorunun farkında bile değil... Ne yazık ki, Sayın Demirel'in 7 yıllık cumhurbaşkanlığı süresinde 1994 ve 1999 yıllarında iki defa milli gelirin "dramatik ölçüde gerilemesi", halkının fakirleşmesi politikacıların "kılını kıpırdatmıyor.

"Kırmızı oyu sakla, beyaz oyu göster... İmzanın arkasına geç, önünü kapa... Reyini benim söylediğim adaya ver... Düzen değişmesin... Biz yerimizden olmayalım... Halk uyanmasın... Kimsenin gözü açılmasın... Cambaza bak cambaza..." Hay huyu ile günler geçiyor...

Utanması, sıkılması olmayanlar, "Türkiye on yıl sonra dünyanın en büyük on ülkesinden biri" olacak masalı ile halkı uyutuyor.

Dünyada "büyüklük" laf ile olmuyor. Büyüklüğün, gücün, çağdaşlığın yolunu açan tek şey var: Kişi başı milli gelir... Türkiye halkının kişi başı milli geliri 15 bin dolara, 20 bin dolara çıkmadıkça bu ülkede hiçbir şey değişmez. Fakirlik değişmez, adalet sistemi işlemez, karakol iyileşmez, demokrasi düzelmez...


6 Nisan 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Mehmet BARLAS

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...