YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Yeni yıl, yeni arayış

 
Kasdım vesvese değil; insanın bilmeye ve tanımaya dönük tecessüsünün önündeki bütün duvarlar merduddur

 

Fethullah Hoca İstanbul'da Fener Rum Patriği'ni, Mûsevi ve Ermeniler'in dini yetkilerini "hoşgörü" toplantılarında bir araya getirdiği vakit, ben şahsen bundan hiç mi hiç rahatsız olmamıştım. Ayrıca da, burada kullanılan kavram değildi önemli olan. Önemli olan bir araya gelmek, birbirini dinlemek, bir diğerini anlamaya çalışmak ve ev sahipliği rolünü üstlenmekti. Nitekim mübârek Ramazan'ın bir iftar saatinde, gene böyle bir buluşma gerçekleştirilmiş.

Fakat böyle bir davetin asıl sahibinin, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın olması icab etmez miydi? Ne dersiniz? Ayrıca bu tür ziyaretlerden, tebriklerden, karşılıklı birbirini dinlemelerden hangi zarar doğabilir ki?

Ne var ki bardağı asıl taşıran, Fethullah Hoca'nın Roma'da Papa'yı ziyareti olmuştu. Ne kadar da spekülasyonlar doğurmuştu bu ziyaret!..

Bu ziyarete de karşı olmamakla beraber, televizyonlardan izlediğim görüntüler, doğrusu içimi "cız" ettirmedi değil..

Başka din ve kültürleri tanımak

Papa'nın yanında ileri gelen kilise yetkilileri!.. Fethullah Hoca'nın yanında ise birkaç gazeteci ve cemaat temsilcisi. İşte o kadar. Ziyaretin nezaket boyutu bir tarafa, Hoca Efendi'nin yanında, biraz olsun hıristiyanlığı bilen bir Allah kulu dahi yok!.. O anda içime bir his doğdu: Bu ziyaret esnasında cemaat dışından bile olsa hıristiyanlığı bilen, anlayan birileri bulunsaydı keşke!.. Sonra düşündüm, düşündüm de, asla bir isim üretemedim kafamda.

İşte Türkiye'nin hali buydu!.. (Ne Diyanet'te, ne İlâhiyatlarda var.)

Halbuki Avrupa Birliği'ne aday olan ve yarın belki de (zayıf da olsa) serbest dolaşımın kapıları açılacak olan bu ülkenin insanları; temelinde hıristiyanlık yatan bir âlemle, en yoğun şekilde temasa geçmeyecek mi?

Kasdım vesvese değil; insanın bilmeye ve tanımaya dönük tecessüsünün önündeki bütün duvarlar merduddur. Ve bunun önüne kimse geçemez.

Bu bakımdan üniversitelerin, sendikaların, ticarî kuruluşların, gönüllü kuruluşların, mahallî idarelerin ve resmi devlet ve hükümet organlarının yanısıra, dini alanların da birbiriyle teması behemehal lüzumlu hale gelecektir. Yani önceki hayatımızda ihtiyaç duymadığımız derecelerde yoğun ilişkiler içinde bulacağız kendimizi.

Asıl bu temaslarla tanıyacağız, Doğu ve Batı olarak birbirimizi!.. Kuşkularımız, korkularımız, tedirginliklerimiz karşılıklı testlerden geçecek. Bin yıllık şartlanmışlıkları aşmaya çalışacağız. Beraber yaşamanın, birlikte iş yapmanın, müşterek tartışmaların ve buradan bazı ortak sonuçlara ulaşmanın yollarını arayacağız.

Sömürgecilik tecrübesi-misyonerlik deneyimi

Batının bu noktada gerek sömürgecilikten, gerekse Afrika ve Uzakdoğu'da az çok netice de veren misyoner faaliyetlerinden dolayı, farklı toplum ve kültürlerle ilişki geliştirmek noktasında tarihî bir tecrübeye hâiz olduğunu unutmamak gerekmektedir. Batının bilim ve teknoloji üretmekten kaynaklanan özgüvenini ve ekonomik zenginliğini de eklerseniz, sanıyorum şartlardaki eşitsizliği daha iyi farkedersiniz.

Burada, gene sömürgecilik tecrübesinin bir sonucu olarak; Batı'nın kendi dışındaki toplumları, kültür ve medeniyetleri, tarihleri, dilleri, daha da önemlisi din ve mezhepleri, bunların arasındaki iç çelişkileri, nasıl bitmez tükenmez bir ihtirasla takip edip incelediğini de burada kaydetmek durumundayız. On dokuzuncu yüzyılda sosyoloji buradan doğduğu gibi; müsteşriklerin/şarkiyatçıların ürettiği bilgi birikimi de, Batı'nın ve Kilisenin doğu politikalarını sürekli besledi.

Ruslar dahil, hemen bütün Batı ülkelerinde, Şarkiyat Enstitüleri bunun için kurulup faaliyet göstermiyorlar mı?

Halbuki Prof. Dr. Mustafa İsen yıllarca uğraştığı halde, bu ülkede bir Balkan Enstitüsü kurduramadı. Balkanlar bir tarafa, ya Kafkasya?.. Ortadoğu bölgesine ve toplumlarına ilişkin bilgi ihtiyacımız? Ya Rusya ne olacak? Ya içine girmeye çalıştığımız bu yeni âlem?..

Göçü yolda düzmek!..

Bu tabloyu, Avrupa Birliği'ne yöneldiğimiz bir aşamada, okuyucunun nevrini döndürmek ve bir caydırıcılık üretmek amacıyla yazmıyorum.

Bilâkis ülke ve toplum olarak, ne kadar içe kapalı bir dünyada yaşadığımızı ve asla bunun farkında olmadığımızı vurgulamak için kaydediyorum. Unutmamak gerekiyor hayatın çoğu alanı böyle. Din-Diyanet böyle, toplum böyle, cemaatler böyle, üniversite böyle!.. Burada uluslararası tecrübeyi hâiz ve açılım kabiliyeti yüksek tek alan ekonomi ve Türk müteşebbisleri!.. Yani rahmetli Özal'ın önünü açtığı kanallar.

Bir de halkımızın tanıma, bilme, risk üstlenme, hareket üretme ve hicrette bir hikmet ve nimetin var olduğunu idrak eden yüksek irfanı!..

Şartlardaki eşitsizlik kimseyi yıldırmasın. Birgün, ekonomi dışındaki yüksek avantajlarımızı da ayrıca yazacağım. Yeter ki üzerimize düşen sorumluluğun farkına varalım.


2 OCAK 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...