| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz
Hiçbir şey "kendi başına" zafer ve yenilgilerden oluşmaz. Bir zafer ya da yenilgi "genel bir hedef ya da strateji"ye hizmet ettiği ya da köstek olduğu ölçüde anlamlıdır. Bir olayın kazandırdığı ya da kaybettirdiği, yalnızca o olayın imlediği "içerik"le sınırlı olarak kavranmaya çalışılırsa, üstelik bunun için de salt "genelgeçer siyasi-stratejik koordinatlar" hesaba katılırsa, bu hesabın şaşmaması pek zordur. Ayrıca, kimileyin ilk bakışta "zafer" olarak görülen şey, ardında bunu besleyen ve daha üst düzeye taşıyan bir "düşünce alanı" yoksa, kolayca bütün etkilerini ve kazanımlarını yitirebilir. Kimileyin ilk bakışta "yenilgi ya da zaaf" olarak görülen şey, bunun bir yenilgi ya da zaaf olduğunu "gerçekten" kanıtlayabilecek bir "düşünce donanımı"yla karşılanmamış ve sorgulanmamışsa, varsayılan olumsuzlukların tam tersi bir etki doğurabilir. Örnekse, Bakü-Ceyhan Hattı'nı "kendi başına" büyük bir zafer olarak görmenin çok fazla anlamı yoktur. Ama Bakü-Ceyhan genel stratejik dinamikler ve hedefler açısından son derece önemlidir. Yine Mavi Akım'ı "kendi başına" büyük bir yenilgi ya da zaaf olarak görmenin çok fazla anlamı yoktur. Mavi Akım genel stratejik dinamikler ve hedefler açısından son derece önemlidir. Verdiğim örnek çerçevesinde düşünülecek olursa, bir konuda yanlış anlaşılmak istemem: Kişisel bakışımca, Bakü-Ceyhan bir "başarı"dır ve Mavi Akım bir "zaaf" değildir. Her iki öğeyi (ya da Türkiye'nin bugün yaşamakta olduğu ekonomik düzenlemelerden AB adaylığına kadar başka pek çok öğeyi), bunların beslediği "genel çerçeve"ye uygun bir bakışla okumak zorunluluğu var. Tartışma başlıklarına "daha kapsayıcı bir çerçeve"den bakmayı başaramadıkça, hem uluslararası düzlemde hem iç siyaset düzleminde baş gösteren "ana akımları" ve "dip akıntıları" kavrama olanağımız gittikçe azalır. Bundan dolayı da, tam tersi, "gerçekçi" olmaktan hızla uzaklaşan bir bakış, "büyük zaferler" ve "büyük yenilgi"den oluşan tuhaf bir bakış, siyasi-stratejik düşünme biçimimiz üzerinde egemenlik kurar. Siyasi tarih boyunca, bu bakışla "bir arpa boyu bile yol gidildiği" görülmemiştir. Çoğu zaman "nasıl" formüle ettiğimiz değil, "neyi" formüle ettiğimiz önemlidir. Türkiye'deki "klasik siyaset yapma biçimi" bunu genellikle göz ardı eder; kendi "popülist" yöntemlerinin en doğru yaklaşım biçimi olduğu yanılsamasıyla iş görür. Oysa millet "neyin" formüle edilmekte olduğunu kolayca kavrar. Üstelik, bu yönde ciddi bir "zaaf" sergilenmediği sürece, kimi zaman ön plana çıkan hoşnutsuzluklara ve aykırı seslere karşın, kamuoyunun "genel desteği" sürer. Yıllardır "halk siyasetçilerin önünde" deyip durduk. Bugün de öyledir. Yoksa, şimdilerde tersini düşünenler mi var? Mevcut hükümet, kendisini oluşturan siyasi öğelerin tek tek konumlarını aşan ve nicedir eksikliğini duyduğumuz "siyasi irade"yi bünyesinde barındırdığı izlenimini veren bir "değişim ve yenilenme programı"na öncülük etmektedir. Kamuoyu da, tek tek barındırdığı hoşnutsuzluk ve kaygıları aşan, "genel bir destek"le bu programın ardındadır. "Popülist oy avcılığı", özellikle de yakın gelecekte "merkez sağ"ın yapısında ciddi bir değişiklik meydana gelmemesi kaydıyla, sandıkta hüsrana uğrayacaktır. Herkes bunu görmek ve temel yönelimi Türkiye'nin "milli hedef ve çıkarları"nı beslemek olan bu programın ne anlama geldiği üzerinde düşünmek zorunda.
harslan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|