YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Kim kalenin kapısını içeriden açar?

 
Müslümanların yönetme (yönetim) talepleri olmadığını söyleyenler, bu dinin mensuplarına -iktidar bir yana- muhalefet hakkını bile çok görüyorlar...

 

Prof. Dr. Ziyauddin Rayyis'in İslam'da Siyasî Düşünce Tarihi (Islamic Political Theories) adlı eserinden aktaracağım şu değerlendirmeler, sahalarında isim yapmış oryantalistere aittir:

Dr. V. Fitzgerald: "İslâm yalnızca bir din (religion) değildir. Bununla birlikte, ayrıca, siyasal bir düzendir (political system). Çağdaşlık ve ilerilik adına son zamanlarda ortaya çıkan kimilerinin iki yanı birbirinden ayrı gösterme ve ayırma çabalarına karşın, İslâm ve onun çevresinde oluşan düşünce ve düzenleme tamamiyle bütüncül bir anlayış gösterir. Yapı, bu birbirinden ayrılmasına çalışılan yanların birliği ve bütünlüğü üzerine kurulmuştur."

Prof. C.C. Nallino: "Muhammed aynı anda bir din ve devlet kurmuştur (a religion and a state). Yaşamı boyunca bu ikisi tam uyum içinde bir özdeşleşme göstermişlerdir."

Dr. Schact: "İslâm, kuşkusuz, din'in kapsam ve anlamından daha çok ve daha geniş bir kapsam belirtmektedir. Bu kapsamda din'le birlikte hukukî ve siyasî fikirler, değerlendirmeler de vardır. Özetle, din'i ve devlet'i birlikte kapsayan genişlikte tam bir sosyal nizam ve düzenlemedir."

Prof. R. Strothmann: "İslâm, dinsel ve siyasal bir gerçekliktir. Çünkü kurucusu hem bir Resûl, hem de siyasal bir yönetici ve bir devlet adamıydı."

Prof. D. B. MacDonald: "İlk İslâm devleti Medine'de kuruldu. Bu devlet, İslâm hukukunun da ilkelerini ortaya koydu."

Sir Thomas Arnold: "Peygamber aynı zamanda hem din, hem devlet başkanıydı."

Prof. Gibb: "İslâm, yalnızca kişisel ve bireysel kimi inançların çok ilerisinde bir yapıdır. Kendine özgü yönetim biçimi, yasaları, özel düzenlemeleri olan ve bununla bağımsız ve yepyeni bir toplumu kuran sosyal bir olgu..."

...

"Siyasal İslâm" meselesi, her ne kadar seyrettiği seviye bu tartışmaya katılmayı "abesle iştigal" derekesine düşürmüş olsa da sükûtla geçiştirilemeyecek kadar önemli bir mesele...

Lâkin önemli olduğu ölçüde de can sıkıcı... Çünkü birileri çıkıyor ve 15 asırlık bir devlet ve siyaset geleneğine sahip bir dinin adına ileri-geri konuşmaktan hicab etmeyip gerek İslâm'ın, gerekse müslümanların siyasal taleplerinden -yine İslâm ve müslümanlar adına- vazgeçiyorlar.

"Müslümanların devlet talebi yoktur!" türünden ifadelerin, uzun yıllar bu kanaatlerin aksini savunmak sûretiyle ekmeklerini kazanan kimselerden sâdır olması, bu tür görüşleri öne sürenlerin sadece ilmî birikimlerinden değil, ahlâkî tutarlılıklarından da kuşkulanılmasına yol açıyor.

İslâm mücerred bir akâid manzûmesi olmadığı gibi, salt ahlâkî bir öğreti de değil... Bir kabile dini ise hiç değil... Kutsal kitabı KUR'AN ortada... Her okuyanın kolaylıkla görebileceği üzere, Kur'an, itikadât'a, ibadât'a dâir hükümler ihtiva ettiği gibi, iktisad'a, hukuk'a, muamelât'a dâir hükümler de ihtiva etmektedir. Çünkü Kur'an'ın insanları kendisine davet ettiği Allah, sadece semavâtın değil, arzın da hâkimi, müdebbiri, meliki, samed'i, rabbi (âlemlerin rabbi) olduğunu söylüyor.

Böyle bir Rabbe kulluk eden insanların yönetmek arzusundan -hiç değilse zihnen- vazgeçmeleri mümkün müdür?

Elbette değildir! VE bu hakikatin en büyük şahidi tarihtir!

Müslümanların yönetme (yönetim) talepleri olmadığını söyleyenler, bu dinin mensuplarına -iktidar bir yana- muhalefet hakkını bile çok görüyorlar... Onları fiilen yaşadıkları acze, zihnen de razı etmeye çalışıyorlar... Sahip olmadıklarını arzu etmelerine, -arzu ne kelime- hayal etmelerine bile tahammül edemiyorlar...

Hâsılı, bu memleketin dinî endişe sahiplerini siyasî endişe sahibi olmaktan alıkoymak vazifesini üstlenen özgüvenlerini yitirmiş sözde İslâmcılar, sadece memleketin dindar insanlarına değil, bu memleketin kendisine de yazık ediyorlar... Şahsî emniyetlerini, hatta ikballerini garanti etmek pahasına, şahsî mülkiyetleri dairesinde olmayan bir din hakkında, boylarını aşan hükümler vermenin vebalini akıllarına dahî getiremiyorlar... ve bu sebepten olmalı ki dizginlenemez bir hırs içerisinde hareket edip elâlemi kendilerine güldürmekten çekinmiyorlar... Yaşadığımız dünyanın kötülüklerine zihnimizde yaşattığımız dünyanın hayaliyle direnirken, bu insanlar kalkıp -hiç utanmadan- içinde yaşadıkları dünya adına hayallerimizi satılığa çıkarıyorlar... Hem pervasız, hem patavatsız... hem vicdansızlar... çünkü önlerine geleni deviriyorlar, yıkıyorlar, yakıyorlar... âdeta, mukaddes olan hiçbir şeyi tanımıyorlar...

Sanıyorum bu nedenle eski düşmanlarından alkış alırlarken, eski dostlarını ağlatıyorlar...


25 Şubat 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Dücane Cündioğlu

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...