|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de 'sistemik çürüyüş'ün başlıca göstergelerinden biri, Üzeyir Garih cinayeti gibi 'sansasyonel cinayet'lerde ortaya çıkıyor. Cinayetin üzerinden birkaç saat geçmeden, 'cinayetin faili' olarak kamuoyuna ilan edilen ve 'tinerci' olduğu bildirilen 13 yaşındaki Fuat N.'nin olayla hiçbir ilişkisi olmadığı 24 saat geçmeden ortaya çıktı. Ancak, tek kelimeyle 'gariban'lardan biri olduğu da ortaya çıkan Fuat N'nin hayatı ailesiyle birlikte mahvedildi. Gerçi, Fuat N'nin olayla ilişkisi olmadığı 24 saat içinde ortaya çıktı ama iki yakasını biraraya getirmekte güçlük çeken babasının işten atılması da 24 saat içinde mümkün oldu. Bu kriz ve işsizlik ortamında, bir aile çökertildi. Peki bu 'toplumsal dram'ın ve aynı şekilde 'devlet hoyratlığı'nın sorumlusu kim? Yok. Tabii ki, yok. Zaten kimse bununla meşgul değil. Oysa var. 'Batı standartları' illa 'Kopenhag kriterleri'nin uygulanmasında aranmamalı. Bir bireyin, bir 'vatandaş'ın hayatının söndürülmesinde, 'kamu otoritesi'nin sorumluluğu varsa, o sorumluluk üstlenir ve gereğinde bir bakanın istifası bile gerekebilir. Burada bu sorumluluğu üstlenmesi gereken bakan, İçişleri Bakanı. Ama, unutun. Rüştü Kazım Yücelen, bu nedenle elbette istifa etmeyecek ve hiç kimse bu nedenden ötürü onun istifasını talep etmeyecek. Fuat N.'den bir 'katil üretilemeyince', medya Hizbullah'ın peşine düştü. Mossad haberleriyle heyecanlar gerildi. Mossadçıların da, sızdırılan haberler üzerine, 'İslami terör'ün peşine düşüldüğü haberleri yayıldı. Türkiye'de herşey, iç politikanın o sıradaki ihtiyaçlarına ve 'konjonktür'e endeksli olarak kullanılıyor. 'İslam' ve 'terör' kelimelerinin yanyana getirilmesine özen gösteriliyor. Oysa, 'maktul' Üzeyir Garih, dindar Müslümanlarla gönül köprüleri kurmuş bir Yahudi iş adamıydı. 'İslami terör'ün niçin Üzeyir Garih'i hedef alabileceğini, bu iddiaların peşinde koşanlar nedense düşünemediler. Kaldı ki, 'katil' ya da 'katiller' gerçekten 'İslami hareket mensubu' olsalar bile, Üzeyir Garih'in 'İslami gerekçeler'le öldürülmesi mantıksız olacağına göre, 'öldürme kararı'nın gerçekten kimin tarafından alındığının sorgulanması mantıklı olurdu. 'Siyasi amaç' kokan cinayetlerde, 'tetiği çeken' ile 'kararı veren' çok kez aynı olmuyor ve tetiği çekenler; kimi, niçin öldürdüklerini çok kez bilmiyorlar. İşin ilginç tarafı, 'Üzeyir Garih cinayeti'nin ardında Mossad'ın olabileceğini düşünenler bile çıktı. İstanbul'da hayli yaygın 'fısıltı gazetesi', Üzeyir Garih'in Müslümanlar ve Yahudiler arasında kendiliğinden oluşturduğu 'barış köprüsü'nün, İsrail'in işine gelmediğine ve Garih'in zaten Sharon'a da karşı olduğuna dikkat çekerek, 'bu işin ardında Mossad'ın bulunduğu' spekülasyonunu besledi. Medyaya sızan ya da sızdırılan haberlere bakılırsa, İstanbul'a gelip karargah kuran Mossad ekibi ise, 'İslamcı gruplar'a ilişkin 'bulguları'nı Türk meslektaşlarına sunmuşlar. Bu hal, şu sıralarda bir 'kampanya' ile kurtarılmaya çalışılan 'Türk parasının değeri' kadar vahim. Türk güvenlik yetkilileri, kendi ülkelerinde 'siyasi mücrimleri' bilmeyip, İsrail istihbaratından öğrenecek kadar acizler mi? Ayrıca Mossad ekibinin 'Üzeyir Garih cinayeti' nedeniyle İstanbul'a gelmesinin anlamı ne? Üzeyir Garih, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi? Üzeyir Garih'in İsrail vatandaşlarıyla 'dindaş' olması, İsrail istihbaratının İstanbul'a gelip karargah kurmasının gerekçesi olabilir mi? Türkiye'nin bir Şii vatandaşı öldürülse, İran gizli servisleri birkaç saat içinde İstanbul'a mı konacak? Bir Ortodoks vatandaşımız öldürülse, Rus gizli servislerini mi davet edeceğiz? Katolik vatandaşlarımızı kime emanet edeceğiz? Bir aydır 'ulusal güvenlik kavramı' tartışılsın mı diye tartışan bir ülke, 'iç güvenliği'ni kendi güvenlik güçlerince çözemiyorsa, tartışma hiyerarşisini değiştirmek gerekebilir... Bu manzaranın, Osmanlı Devleti'nin çürüme döneminde, herbir Batılı ülkenin, dindaşı olan Osmanlı vatandaşları üzerinde hak iddia etmesinden ne farkı vardır? Mossad'ın İstanbul'da karargah kurmasından, Türkiye üzerinde 'istihbarat düyun-u umumiyesi' kurulduğu anlamı çıkmaz mı? Ne İçişleri Bakanı'nın ve ne de elle tutulmaz kanunlarla işleyen ekonomiye ilişkin 'ulusal onur'u zedelenen Başbakan Bülent Ecevit'in, bu manzaradan 'ulusal onur'ları etkilenmiyor mu? Tabii, Garih'in bulunan cep telefonu ile, soruşturmanın yönü bambaşka bir yöne, bir 'er'e kaymış durumda. Cumartesi akşamüstünden başlayarak, içine Fuat N.'i, 'Hizbullah'ı ve Mossad'ı vs. alan soruşturmanın gelip dayandığı bir yere bakın. Bir ülkenin başına 'şiddet' kadar bela olabilecek bir musibet, 'yönetimsizlik' ve 'ciddiyetsizlik'tir... Türkiye'nin başında bugünlerdeki asıl 'bela' budur...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |