T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Arjantin'i bırak Almanya'ya bak

Nereden çıktı bu Almanya demeyin. Elbette Arjantin'e üzülüyoruz. "İnşallah biz Arjantin'e benzemeyiz" diyoruz. Bazılarımız da "hükümetin IMF tutsaklığı devam etsin" diye "Arjantin IMF'nin isteklerini dinlemediği ve inatlaştığı için battı" görüşünü seslendiriyorlar.

Eva Peron için söylenen o ünlü "Don't cry for me Argenttina" (Benim için ağlama Arjantin) şarkısını mırıldanıyoruz ama bana göre "Almanya'daki Türkler" çok daha önemli. Onun için bugün, bayramda bir gurup gazeteci ile bulunduğum Almanya'dan bazı izlenimlerimi yazacağım ve bunları zaman zaman yazmaya devam edeceğim.

Türkiye Araştırmalar Merkezi, "Almanya'ya göçün 40. Yılı" vesilesiyle bir gurup gazeteciyi Bayram tatilinde 4 günlük bir geziye davet etti. Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen çok eski dostumdur. Bayramı Almanya'da geçirmeyi pek istemiyordum ama kendisini kıramadım ve davete katıldım. İyi ki de katılmışım.

40 yıl önce köyünde tarla ekip biçerken, daha henüz Türkiye'nin büyük kentlerini görmeden kendisini Almanya'da bulan vatandaşlarımızın "çalışma sorunları" bitmiş, "uyum sorunları" başlamış.

Çünkü Almanya'da yaklaşık 2 milyon 750 bin Türk vatandaşı bulunuyor. Bunlardan 475 bini Alman vatandaşlığına geçmiş durumda. Almanya için özellikle seçimler açısından çok önemli bir rakam.

Bu gidişimde Almanların artık "Türkleri itmediğini" buna karşılık kabullenmeye başladığını hissettim. Zaten Almanya'daki vatandaşlarımız da bunu açık seçik söylüyorlar. "Almanya'daki Türkleri 2 yıldır tanımaya başladılar" diyorlar.

Daha önceleri onları "Bir gün gelecek Almanya'yı terk edecek insanlar" olarak görüyorlardı. Almanya'nın eski başbakanı Hıristiyan Demokrat Parti lideri Kohl da "Almanya göç ülkesi değil" diyerek bu görüşü günümüze taşıyordu.

Alman politikacılar 60'lı yıllarda "ekonomiyi çalıştırmak" için getirdikleri Türklerin sadece "işçi" değil, bir "insan" olduğunu çok geç anladılar. Bu durum ünlü yazar Max Frisch'in "İşçi çağırdık insanlar geldi" cümlesiyle vecizeleştirilmiş oldu..

Türklerin Almanlar tarafından kabul edilişi daha önce gözlerden kaçan "uyum sorununu" ortaya çıkardı. Özellikle "ikinci ve üçüncü kuşak" Türkler, giderek kendi "alternatif toplum örneklerini" uygulamaya koymuşlar. Almanlar onları diskoteklerden ittikçe, kendi diskoteklerini kurmuşlar ve bu kez onlar oraya Almanları almamışlar.

Tabi bütün bunlar iki toplum açısından sorun oluşturmuş. Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde Eğitim Bakanı Gabriele Behler'in neredeyse bütün gününü "Türklerin Almanlarla uyumu" sorunu oluşturuyor.

Bakan Türklerin 20 yıl öncesine göre başarı oranının arttığını ama Almanlara göre yine çok düşük olduğunu söylüyor. Tabi başta "dil sorunu" bu geri kalmanın en doğal nedeni. Ne Almanca'yı ne de Türkçe'yi iyi konuşamayan ikinci kuşak, üçüncü kuşak ister istemez okullarda başarısız oluyor. Türk çocukların yüzde 30'u bu yüzden "geri zekalılar okuluna" gönderiliyor. Geri zekalı olduklarından değil Almanca'yı iyi konuşamadıklarından.

Almanca'nın iyi konuşulabilmesi ve "ana dil" olabilmesi için çocukların "çocuk yuvalarına" gönderilmesi gerekiyor. Bu onların yasal hakları ama Türk aileler, bu yuvalar "kilisenin denetiminde" olduğu için çocuklarını göndermiyorlar. Çocuklar ne doğru dürüst Almanca öğrenip eğitimini başarabiliyor, ne de doğru dürüst Türkçe biliyor. İster istemez eğitimi yarım kalıyor.

Eğitim Bakanı Gabriele Behler çocukların başarısı için velilerden destek istiyor. Behler "Her şeyden en önemlisi göçmen çocukların olabildiğince erken Almanca öğrenmeleri gerekiyor. Bu nedenle velilere sesleniyorum. Çocuklarınızı ana okullarına gönderin. Onların geleceği için okula başlamadan önce Almanca'ya egemen olmalarına özen gösterin. Aksi takdirde uzun vadede olumsuz sonuçlar doğurabilecek ve çocuklarınızın meslek ve sosyla perspektiflerini daraltacak başarısızlıklar, bütün destekleyici programlara rağmen kaçınılmaz olacaktır." diyor.

Başarılı olmak için Almanca'yı "çok iyi" bilmek gerekiyor. Almanca'yı çok iyi bilebilmek için henüz çocukken "çocuk yuvalarına" gitmek gerekiyor. Çocuk yuvaları ise "kilisenin denetiminde". Ne yapsın Türk aile? Çocuklarını "papazlara emanet" etse bir dert, etmese bir dert. İşte bu sorunun çözümü Türkiye için de çok önemli.


22 Aralık 2001
Cumartesi
 
CAN AKSIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED