T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sadece "Hikmet"e tâlib olanlar için... (II)

Kudema, Hikmet'i elde etmek arzusunda olanların evvela akıllarında fetanet, fikirlerinde istikamet bulunmasını şart koşar, ayrıca bu ilmin taliplerinin tecrîd-i akl, temyiz-i zihn, tasfiye-i fikr, tedkik-i nazar etmiş olmalarını da beklerler imiş... ("Eskiler hikmet-i nazariye'nin tahsilinde, sağ beyinlerini değil, sol beyinlerini kullanan talebeleri tercih ederlermiş" deseydim, acaba o zaman maksad yine hâsıl olur muydu emin değilim!)

Musa Kâzım Efendi'nin bir asır evvel, kudema'nın usûl-i ta'limleri ile müteahhirîn'in uslûb-i ta'limleri arasında varolduğunu söylediği "azîm fark"lardan biri de şudur:

-"Hukema-yı Mütekaddimîn talebeye evvela zihnin ma'lumattan mechûlâta [bilinenden bilinmeyene] nasıl intikal eyleyeceği ve bir matlûba vuslat için aklın ne yolda hareket etmesi lazım geleceğini bildiren Fenn-i Mantık'ı ta'lim ve tedris ettikten ve işte bu suretle onların zihinlerini muhakemât-ı akliyye'ye gereği gibi alıştırdıktan sonra onları İlm-i Hikmet'i tahsile şurû ettirdikleri [başlattıkları] için, talebe o fenni tahsil esnasında esbab-ı hâdisât ve esrar-ı hilkate vâkıf oldukça kendilerinde tabiiyyu'z-zuhûr olan evham ve hayalâtı derhal berâhin-i akliye ile defederek itikadât-ı mezhebiye ve ahlâk-ı diniyelerine halel getirmezler idi."

Ma'lumdur ki tek başına isti'dad (yetenek) kâfi değildir; bir de o is'tidadın terbiye edilmesi, eğitilmesi icab eder. Bu nedenledir ki erbab-ı hikmet, yetenekli buldukları talebeyi ders halkalarına alırlar ama o talebenin -gerekli temel bilgileri edinmedikçe- Hikmet vâdisine girmesine izin vermezlerdi. Herhangibir ilme, bâhusus Hikmet-i Nazariye'ye (Felsefe'ye) talip olan bir kimsenin, ilk öğreneceği ilmin İlm-i Mantık olması, işte bu sebepledir; yani talebenin Hikmet vâdisine girebilmesi için sadece yeteneği değil, yeterliliği de olmak icab eder. Aksi takdirde küllî ile cüz'î, madde ile sûret gibi kavramlar arasındaki basit ayrımları dahî yapamaz, Felsefe'nin karmaşık meseleleri arasında boğulup hem kendisinin hem de başkalarının aldanmasına neden olur. Hâl-i hazır sefaletin en temel sorunlarından biri de bu ilmin, sadece ülkemizde değil, hemen hemen bütün dünyada ihmal ve hatta Sembolik Mantık adı altında tahrib ediliyor olmasındandır. (İtiraz etmeyi düşünecekler, sayı ile rakam arasındaki farkı izah etmekle söze başlasınlar lütfen!)

Bu arada biz yine Musa Kâzım Efendi'ye kulak verelim:

-"Hukema-yı Müteahhirîn ise o mizan'ul-ulûm'a [bütün ilimlerin ölçüsü olan Mantık'a] o kadar ehemmiyet vermeyip, talebe henüz, "Birşeyi hakikatiyle bilmek veya araziyât ve alâmâtıyla tasavvur eylemek nasıldır? Bir dâvâyı isbat için serdedilecek delil ne yolda tertib edilmelidir, ne gibi şartları câmi olmalıdır?"; buralarını güzelce bilmeden ve binaenaleyh muhakemât-ı akliyye'ye iyice alışmadan onları tahsil-i Hikmet ve Tabiiyyat'a mübaşeret ettire geldiklerinden, talebe o mesâil-i âliye ile uğraştıkları sırada âlât-ı fenniye'nin delâlet ve muâvenetiyle his ve idrak eyledikleri hakâyık ve esrarı yalnız tabiata yahut madde ve kuvvete isnad etmeye mecbur olmuşlar ve ondan öteye bir hutve bile atmaya lüzûm dahî görmemişlerdir."

Bütün bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, sadece Hikmet'i kaybetmemizin değil, Hikmet'e vâsıl olmak imkânlarından da uzaklaşmamızın temel nedeni, sanıldığı gibi Hukema-yı Hakikiye'den (bilgelerden) değil, Erbab-ı Hikmet'ten (bilginlerden) de mahrûmiyetimizdir. Çünkü bilginlerin olmadığı yerde, bilgeler olmaz; üstelik ortalığı bilgiçler kaplar. 'Bilgin' olmak içinse, yetenek yetmez, yeterlilik de gerekir; 'yeterlilik' ise hiç kuşkusuz ta'lim ve terbiye işidir.

Nasıl ki Dilbilgisi dil'in grameri ise, Mantık da düşünce'nin grameridir. Nitekim bir dili konuşmak için belki dilbilgisi öğrenmek gerekmez ve fakat o dil üzerine konuşmak için dilbilgisi eğitimi almak şarttır. Binaenaleyh insanoğlu Mantık İlmi'ni bilmeden de mantıklı düşünür, ancak Mantık'ın kendisi (küllîler) üzerine düşünebilmesi için bu ilmin eğitimini alması gerekir. (İmam Gazâlî, bu gerekçelerle İslâmî ilimlerin temeline Mantık'ı yerleştirmiş ve böylelikle Medeniyetimiz nazariyât sahasında insanlığın aslâ erişemeyeceği bir mertebeye çıkmıştı. "Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez" sözü de ona aittir!)

Bugün Hikmet vâdisinin en çetin, en ulvî konularının bile, "büyük" deyince aklına "deve" gelen kifayetsiz muhterislerin elinde 'perişan' edilmesinin bir sebebi de bu ilmin ihmalinden kaynaklanmış, bilginlerin yerini bilgiçler almıştır.

Unutmamak gerekir ki bu tedennînin bir diğer sebebi de ahlâkî düşüklüktür. Çünkü talipler bilgi sahibi olmalarına önem verildiği kadar ahlâk sahibi olmalarına önem verilmemektedir.

Bence kudema'nın usûl-i ta'limleri ile müteahhirîn'in uslûb-i ta'limleri arasındaki "en azîm fark" da budur!


22 Aralık 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED