|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Soğuk savaş döneminden bu tarafa belki de ilk defa olarak, Ortadoğu sorunu İsrail ve Filistin-İsrail sorunu olarak görülmekten çıktı. Uluslararası ilişkileri belirleyen anlam çerçevesine göre Ortadoğu'nun güvenliği, barış gibi kavramlardan aslında İsrail'in güvenliği kastedilmektedir. Fakat şu ana kadarki gelişmeler, Ortadoğu kavramına yeni anlamlar yüklediği gibi, artık doğrudan İsrail'e gönderme yapmıyor hatta dünya gündeminin en üst sıralarında yer alan direnişin (intifada) yıldönümü bile bu arada unutuldu. ABD'ye yapılan uçak saldırılarından hemen sonra ister istemez gözler Ortadoğu'ya çevrilmişti. Hatta etkin medya, saldırının ardında Müslüman, Arap ve Filistinli terörist aramaya, saldırıyı İsrail'in güvenliği ile ilişkilendirmeye gayret gösterdi. Hatta Amerika'da "artık hepimiz İsrailiz" kampanyası başlatıldı. Filistinli çocukların İsrail askerlerine attıkları her taşın gökdelene çakılan bir uçak gibi algılanması yönünde gayretler sergilendi. Bu olayı fırsat bilen İsrail yönetimi televizyonlarda boy göstererek Amerikalıların uğradığı saldırı ile İsrail'in durumunu özleştirmeye çalıştılar. 11 Eylülden hemen sonra psikolojik ortamı değerlendirmek isteyen İsrail, Filistin topraklarına karşı karadan, havadan ve denizden topyekün saldırıya geçmekten çekinmedi. Ancak ABD yönetiminin hesapları ile İsrail'in fırsatçı tutumu bu noktada fazla örtüşmüyordu. ABD'nin Afganistan'a karşı girişeceği harekatta ve "bu zamana kadar görülmemiş savaş" şeklinde tanımladığı yeni terörle mücadele stratejisi için İsrail'in biraz uslu durması gerekiyordu. Amerika'nın, eşi görülmemiş savaşı sürdürebilmesi için Arap ülkelerinin desteğine ihtiyacı vardı. Bu aşamada, başta Arap ülkelerinin ve İslam dünyasının hem ABD'ye destek vermeleri, hem de onun desteklediği İsrail'in Filistinlilere topyekün saldırmaya kalkışması Amerikan stratejisi ile açıkça çelişecekti. ABD başta İsrail olmak üzere taraflara baskı yaparak en azından ateşkes için bir araya gelmelerini sağladı. Baba Bush'un telefonu
ABD resmi makamlarının yaptığı açıklamaya göre 11 Eylülden önce Bush yönetimi, Filistin devletinin bağımsızlığını desteklediklerini açıklamaya hazırlanıyordu. Ortadoğu sorununa mesafeli durmayı yeğleyen Bush yönetimi İsrail'e Clinton kadar yakın durmadığını zaman zaman hissettirdi. Hatta basına yansıyan dedikodulara göre Bush'un başkanlığı kazanmasından sonra baba Bush S. Arabistan veliaht prensini arayarak, Filistin-İsrail sorununda oğlunun doğru adresten yana olduğunu bildirdi. Bush'un, tüm bu gelişmelerden sonra özellikle Amerikan kamuoyunun baskısı göğüsleyerek Filistin devletine destek veren bir açıklama yapması mümkün değil. Ancak çatışmaların durdurulmasının, en azından ateşkesin sağlanmasının Amerikan stratejisi açısından vazgeçilmez önemde olduğu da muhakkak. Bu çerçevede önümüzdeki günlerde Amerika'nın Ortadoğu'ya yönelik yeni planları uygulamaya koyması beklenir. Nitekim Bush yönetiminin bölgeye yeni bir özel temsilci atamasından bahsedilmektedir. Arap diplomatların Kudüs sorunu dahil anlaşmazlıkların çözüm için Bush'un adım atabileceğini açıklamaları boşuna değil. İntifada durur mu?
İntifadanın gösterdiği trendin ne anlama geldiğini başta Şaron olmak üzere İsrail yönetimi ve müttefikleri anlamış olduklarında kuşku yok. Önemli olan hangi tarafın ne kadar zayiatı göze alacağıdır. Bizzat İsrail'in çok iyi bildiği bir gerçek, önümüzdeki on yılda gerek Filistin'de gerekse İsrail sınırları içindeki demografik değişimin İsrail'i bir şekilde Filistinlilerle anlaşmaya zorlayacağıdır. Arap nüfusun artması ve demografik göstergeler işgal politikalarını ve baskıcı yönetimi sürdürebilir olmaktan çıkacağına işaret etmektedir. İntifada, daha doğrusu düşük yoğunluklu savaşın bu şekilde sürdürülebilir olmasının imkanının olmadığını herkes biliyor. Şaron açısından, sürdürülebilirliğinin imkansızlığı kabul edilmiş politikaların amacı, ancak, muhtemel anlaşma zemininde karşı tarafı olabildiğince tavize, daha 'makul' taleplere ikna etmeye yönelik olabilir. Bunun için kısa vadede sert politikalarla Filistinliler'i uslandırmayı amaçlamaktadır Şaron. Bu arada Filistin yönetimin iyice sıkıştırmak, otoritesini sarsmak ve Filistin halkının gözünde meşruiyetini tartışmalı hale getirmek kısa vadeli hedefi oluşturuyor. Böylece Filistin yönetimini devirmeyi, Arafat'ı Filistin dışına sürerek daha deneyimsiz, daha zayıf kadroların iş başına getirilmesini amaçlanmaktadır. Başta Amerika olmak üzere herkes şunun farkında ki, Filistinlilerin başta bağımsız devlet ve Kudüs sorunu olmak üzere temel meseleleri çözülmeden çatışmaların sona ermesi mümkün değildir. Bu zamana kadar hiçbir uluslararası çözüm önerisi Filistinlilerin mağduriyetini esas alan bir yaklaşım geliştirmemiştir. Bush yönetimi eğer uzun vadeli ve eşi görülmemiş bir savaşı göze almış ve bunu sürdürmek istiyorsa bölgedeki çatışmaları durdurması, hiç olmazsa dondurması gerekmektedir. Bunun için de intifadayı başlatan gerekçelerin, uygulamaların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Filistin yönetimi ateşkes ilan etse bile soruna temelli bir çözüm bulunmadıkça sükunetin sağlanacağını beklemek boşunadır. Görünen o ki, Bush yönetimi sandığından daha fazla Ortadoğu'ya (hem Filistin/İsrail ilişkileri anlamında hem bölgesel anlamda) daha fazla ilgilenmek zorunda kalacaktır. Bunu gerçekleştirmek için de yeni kombinozonlar oluşturmaktan geri durmayacak.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |