T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye ve 'tökezleme'…

Anayasa değişiklikleri konusunda Yargıtay Başkanı Dr. Sami Selçuk'un söylediklerinin ne kadar haklı olduğu dünkü oylamayla ortaya çıktı. Sami Selçuk, anayasa değişiklikleriyle, yapılışı ve oylanışı açısından 'meşru olmayan' ve hiçbir AB standardı ile uyuşamayacak nitelikteki 1982 Anayasası'nın toptan değiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştı. 1982 Anayasası'nı 'anayasal hukuk' açısından sakat bulmakla kalmayarak 'polis tüzüğü'ne benzetmişti.

Anayasa'nın 37 maddesinin değişiklik çalışmaları birçok çevrede abartmalı biçimde TBMM'nin 'tarihi demokratikleşme adımı' olarak algılandı. Biz, değişikliklerin içeriğine bakarak, bunun 'kozmetik' olduğu kanısındaydık. Fazlaca heyecana kapılmadık. Dünkü gelişmeden sonra, 'kozmetik' bile sayılamayacak. Siyasi ömrünü çoktan tüketmiş siyasi partiler ve siyasi şahsiyetlerin eliyle, Türkiye'de anlamlı bir demokratikleşme hamlesi yapılamayacağı belli oldu. İşin çarpıcı yanı bu…

Varılan nokta, Tayyip Erdoğan'a milletvekilliği yolunun açılıp açılmamasının çok ötesine geçiyor. Değişikliğe konu olan, Anayasa'nın 'milletvekili seçilme yeterliliği'ne ilişkin 76. Maddesi idi. Maddenin ikinci paragrafinda yer alan 'ideolojik veya anarşik eylemlere katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler' ibaresindeki 'ideolojik ve anarşik eylemlere' sözcükleri 'terör eylemlerine' biçiminde değişecek ve böylece 'ideolojik eylemler' gibi son derece lastikli ve muğlak bir kavram anayasadan bir 'suç kaynağı' olarak ayıklanmış olacaktı.

Dolayısıyla, bu kavramdan yola çıkılarak verilmiş cezalar ortadan kalkacağı için 'düşünce ve ifade özgürlügü'nün sınırları genişletilmiş ve geliştirilmiş olacaktı. Türkiye'de son yıllarda bir 'nalıncı keseri' haline gelerek, on yıl önce kaldırılmış Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinin yerine ikame edilerek kullanılan 312. Maddesine göre verilen cezalarda, ister istemez, iyileştirme yoluna gidilecekti.

TBMM, bu maddeye ilişkin yukaridaki türden degişikligi geri çevirip, maddeyi aynen bırakarak TCK'nun 312. maddesinin çevresine de bir 'koruyucu çit' çekmiş oldu.

'Düşünce ve ifade özgürlügü'nün önünü kesen bu tutumun ilk kurbanı Tayyip Erdoğan olacağa benziyor. Anayasa Mahkemesi, AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın 'milletvekili seçilme yeterliliği bulunmadığı' gerekçesiyle kuruculuğunun düşürülmesi talebini görüşmeyi ertelemişti. Bir ihtimal, Anayasa Mahkemesi, TBMM'nin dünkü oylamasını gözönüne alarak karar verecektir ve Tayyip Erdoğan'ın ve dolayısıyla Ak Parti'nin 'siyasi geleceği' dünkü TBMM oylamasından etkilenecektir.

İlk turda, referandumsuz kabul için gerekli 367 oy eşiğini aşarak, 369 oy almış 76. madde değişikliğinin dün, otomatik olarak paketten düşeceği 330 oyun dahi hayli altında kalarak, 294 kabul, 169 red oyuyla geri çevrilmesinde, bir hafta içinde arada değişen bir şeyler olması gerekiyordu.

En önemli değişiklik, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in tavrında oldu.

Tansu Çiller, bir yandan hükümetin çatırdamakta olduğunu görüp bir 'Meclis Hükümeti' için hesap yaparken, bir yandan da 'ihtimal dahilinde bulunan bir seçim'e ilişkin hesap yapıp, kendisine rakip gördüğü Tayyip Erdogan'ı saf dışı bırakmayı arzuladığı anlaşılıyor. DYP milletvekillerinin, 76. maddenin (dünkü) ikinci tur oylamasında 'red' oyu kullanacakları öğrenilmişti. 369'dan DYP'nin 81'ini çıkarırsanız; 369'dan dün 294'e nasıl düşüldüğünü de anlamış olursunuz.

Çiller, bir yandan da, 'seçim hesapları' içinde MHP ile de rekabet halinde ve 'idam cezasının sınırlandırılması'na ilişkin anayasa değişikliğine de, ikinci turda büyük ihtimalle 'red' oyu verdirecek.

Zaten artık '37 maddelik Anayasa değişikliği'nden ve 'TBMM'nin büyük uzlaşması'ndan ya da 'Sivil Anayasa' gibi kavramlardan söz etmenin zemini ortadan kalktı. Tayyip Erdoğan'ın milletvekilliğinin önünü tıkayan oylamadan gayrı, dört madde daha takıldı ve öyle kaldı. En önemlisi, uluslararası anlaşmaların ulusal yasaların üzerinde sayılmasına ilişkin anayasa değişikliği, ilk turda olduğu gibi, gerçekleşmedi.

Bunun kestirmeden anlamı, Türkiye'nin AB'ye 'tam üyelik hedefi'ni gütmediği, her konuda içine düştüğü 'pazarlıkçı' tavrı AB üyeliğine ilişkin olarak da 'değişmek istemiyorum; beni benim koşullarımla kabul edecekseniz edin' tavrı için de sürdürmeye kararlı olduğudur.

Türkiye, Tansu Çiller'in 'ince iktidar hesapları'nın da devreye girmesiyle 'demokratikleşme yolu'nda tökezlemiştir.

Ama asıl büyük 'tökezleme', 11 Eylül sonrasında 'uluslararası sistem'de meydana gelen 'paradigma değişikliği'ni, askerinden İslamcısına, hükümetinden solcusuna, siyasi partisinden bürokratına kavramasında ve kendini uydurmasında ortaya çıkmıştır.

Bu köşede, dün, Rusya'nın 11 Eylül sonrası attığı adımlarla Türkiye'nin 'jeopolitik değeri'ni 'marjinalize etmek'te önemli bir sürece yol açmakta olduğuna değinmiştik.

'Jeopolitik değer', ebedî değildir. 'Tarihî dönemler'le ilgilidir. Alt-kıta'ya kayan ve Orta Asya zemininde oluşmakta olan yeni 'büyük oyun'da 'jeopolitik değer'i belirleyen parametrelerin değişeceği ve Türkiye'nin 'jeopolitik değer'inin farkedeceği de tabiidir.

Böyle bir 'kayma' durumunda, Türkiye'yi 'güvenli' ve 'istikrarlı' kılacak olan, 'demokratik ülkeler ailesi'nin içinde konsolide olmak iken, 'demokratikleşme yolu'ndaki bu 'tökezleme'nin ülkeyi tehlikeli sulara sevketmesinden çekinmek gerekiyor…


4 Ekim 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED