T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sahte soru: AB ya da KKTC

Türkiye'nin geleceğini Avrupa Birliği'nde gören tüm kesimlerin, kuruluşların ve bireylerin, hükümet çevrelerinin son günlerde Türkiye'nin Avrupa yoluna 'mayın döşemesi' karşısında seslerini yükseltmeleri gerekiyor. Ne Bülent Ecevit, ne de onun 'uzak olmayan bir gelecek'te 'emekliye sevkedilebileceği'ni sezerek, 'şehzade adayı' olarak kendilerini askere tescil ettirmek isteyen İsmail Cem'den Şükrü Sina Gürel'e uzanan DSP'li bakanların yani 'Başbakanlık koltuğu heveslileri'nin Kıbrıs'a ilişkin son 'şahin çıkışları' bu kez alkış toplamadı.

Kıbrıs'ın 'hamaset' ve 'milliyetçi demagoji'ye müsait özelliği, Türkiye'nin önüne 'ya Avrupa ile entegrasyon ya KKTC'yi ilhak' şeklinde bir kavşak noktası olarak dikilince, bu kez, 'dışarısı' kadar 'içerden' itiraz seslerine konu oldu. Habertürk internet sitesinde (www.haberturk.com) emekli büyükelçi Yalım Eralp, 'Bunda referandum olur: Kıbrıs' başlıklı yazısında bugüne kadar kimsenin cesaret edemediği çok önemli bir tezi dillendirdi. İzleyelim:

" Dışişleri Bakanı Cem Kıbrıs meselesi ile ilgili olarak Türkiye'nin bedeli ağır olacak kararlar alması gerektiğinden bahsetmiş ve Kıbrıs meselesinde durumun iyiye gitmediğini söylemiş. Bazen milletler böyle zor seçimler karşısında kalabilir.

...Böyle bir durumda, hele bedeli ağır olacak ise, bu kararı ne bu hükümet ne de bu parlamento vermelidir. Hükümetin oy oranı belli. Meclis'in de bir seçimde nasıl değişeceği ortada. Bu, anlaşılan hayati bir karar olacak ve belki de Türkiye'nin tamamen Avrupa Birliği dışında kalması ve Ortadoğululaşması sonucunu verecek. Ekonomisi ve demokrasisi de ona göre olacak. Sadece bugüne değil, belki de gelecek yüzyılları etkileyecek bir karar. Bu kararı millet vermeli…

Yukarıda milletlerin zaman zaman böyle zor seçimler karşısında kalabileceğini söyledim. Böyle kararlar karşısında kalmak aslında diplomasi alanında yenilmek demek. İstiklal Harbi sonrasında Lozan müzakereleri sırasında Atatürk ve silah arkadaşı İnönü zor kararlar karşısında kalmış ve hesap-kitap yaparak Misak-ı Milli kararlarından geri adım atmışlar ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kurma beceri ve başarısını göstermişlerdi. Bizim nesilden aynı beceriyi beklemek beyhude tabii. Onun için kararı millet vermeli ki sonradan şikayet edilmesin.

Bizim borsamızın ne kadar enayi olduğunu anlamak için bu olayın borsayı ne ölçüde etkilediğine bakmak gerek. Tabii eğer Cem'in blöf yaptığı düşünülmüyorsa.. En ufak rüzgardan, Anayasa'nın atılmasından dehşet nem kapan borsa bundan etkilenmedi. Cem'in ifadesi Batılı bir ülkede telaffuz edilse borsa tepe taklar olurdu. Zira Avrupa Birliği dışında kalacak bir Türkiye'de borsada ancak Başşar Esad veya Saddam Hüseyin hisse alır!"

Şimdi… 'Atatürk ve İnönü'nün Misak-ı Milli kararlarından geri adım atmaları'ndan kasıt, Musul'un ve hatta Batum ile Batı Trakya'nın Misak-ı Milli sınırları içinde yer almış olmalarına ve Musul meselesi Lozan müzakerelerinde çözüme bağlanamadan askıda kalmış olmasına rağmen, Atatürk'ün, Realpolitik'in (yani uluslararası güçler dengesinin) zorlamasıyla, Türkiye Cumhuriyeti'ni bugünkü sınırlar içinde kurulabilmesine imkan vermek amacıyla bu topraklardan feragat edebilme cesaretini ve gerçekçiliğini göstermiş olmaları.

Lozan'da diplomasi masasında yenik düşülmediği halde, Atatürk ve İnönü gibi 'siyaset devleri' böyle davranmışken, bugün arkalarında hiçbir anlamlı 'ulusal destek' bulunmayan 'siyaset cüceleri', hangi hakla, Türkiye halkının ve Kıbrıs Türk toplumunun geleceğe ilişkin çıkarlarını tehlikeye atma gücünü kendilerinde bulabilirler? 'Diplomasi alanında yenik düşmüş' olmalarının faturasını, Türkiye'nin geleceğine hangi hakla çıkarabilirler?

Belki de 'blöf' yapıyorlar. İstanbul borsasının göstergeleri böyle. 'Blöf'ü İstanbul borsası görmediği gibi, AB'nin yönetici organı Avrupa Komisyonu da, Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da, Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı Kasulides de görmedi. Ortadaki manzara, Türkiye halkına reva görülen bir 'diplomasi sefaleti'dir.

Eğri oturup, doğru konuşalım: BM Güvenlik Konseyi'nin 1983 yılında aldığı ve KKTC ilanını 'ayrılıkçı bir deklarasyon' olarak değerlendirerek hukuk diliyle 'keenlemyekun' yani 'sıfırla çarpılmış' ilan ettiği ve hiçbir ülkenin KKTC'yi tanımamaya davet ettiği 541 sayılı karar yürürlükte kaldığı sürece, Türkiye'nin ve Rauf Denktaş'ın 'konfederal çözüm' tezini ne AB'ye, ne de Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Azerbaycan dahil hiçbir ülkeye kabul ettirmek mümkün değildir. Bu yüzden, Kıbrıs'ın AB'ye katılımını engellemek de hayal olarak görünüyor.

BM Güvenlik Konseyi, 12 Mart 1990 tarihli 649 sayılı kararıyla Türkiye'nin 1974'ten beri savunduğu 'iki toplumlu, iki kesimli federal çözüm' tezini kabul etmişti. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi'nin gücünü arkasına alabilecek iken, 1998'den beri kendi 'tezi'nden saparak, AB yollarını tıkayacak uzlaşmaz bir diplomasiye saplanmıştır.

Bu, 'çıkmaz yol'dur. 11 Eylül 2001'den sonra Türkiye'nin 'Ortadoğululaşması' veya 'Avrupalılaşması' asıl önemli 'kavşak' olarak (tarih ve uluslararası dinamikler tarafından) belirlenmiş olduğuna göre, Türkiye bu 'çıkmaz yol'dan mutlaka çıkacaktır. Mutlaka çıkacağı ve çıkmak zorunda bulunduğu için, yolu tıkayan 'barikatlar', isimleri ister Bülent Ecevit, ister İsmail Cem, ne olursa olsun, yolun üzerinden kaldırılacaklardır. Gelecek yıl bu zamanlar, çok büyük ihtimalle, bu isimleri telaffuz etmeyeceğimizden emin olabilirsiniz.

11 Eylül'den sonra Türkiye'nin önündeki soru, 'KKTC mi, AB mi' değildir; 'Ortadoğululaşmak ya da Avrupa'da yerini almak'tır.


7 Kasım 2001
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED