|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir süre önce Yusuf İslâm'ın eski ismi olan "Cat Stevens"ı kullanmaya başladığı haberi çıkmıştı Türkiye medyasında. Olay, 11 Eylül'le irtibatlandırılıyor ve "Bakın, adam kızdı dinden döndü" gibi bir ima içinde sunuluyordu. Dindar kesimler bile üzüntü içinde birbirine sormaya başlamıştı. Sonra, bildiğimiz gibi Yusuf İslâm Türkiye'ye geldi, "Ben yine Yusuf İslâm'ım, kuşkular yersiz" dedi. Haberi verenler, sanki biraz beklediler Yusuf İslâm'ın İslâm'dan dönmesini. O, onların Türkiye'deki Müslümanlar'ı dövmek için kullanacakları bir malzeme olacaktı. "Sizin yüzünüzden oldu bu, bir Batılı'yı tutamadınız İslâm içinde. 11 Eylül, Yusuf İslâm'ı bile ürküttü..." diyeceklerdi. Bizde "Müslümanlığı" üzerinde iğreti taşıyan ve İslâm dünyasında ortaya çıkan her aksamayı kendi kimliğinden soğuma vesilesi haline getiren bir kesim var. Belki bu tüm İslâm dünyasında var. İslâm dünyasının içine girdiği maddeten gerileme süreci moral olarak aşınmış böyle bir kesimi ortaya çıkardı. Ne bırakabiliyor, çünkü kimlik dönüşümü bir başka ruhi anafora sürüklüyor, ne de daha içine sinen bir İslâm idrakine ulaşabiliyor. Tam bir âraf insanı. Meselâ bu kesimlerin 10. Ulusal Kalite Kongresi açılışında bir konferans veren ABD'li küreselleşme uzmanı, ekonomist Jeremy Rifkin'in şu sözlerini anlamaları zor: "Utanarak söylüyorum. 11 Eylül'den önce ben İslâm konusunda tam bir cahildim. Benim gibi birçok Batı aydını da cahildi. Dünya nüfusunun yüzde 20'sinin inandığı bir din ve kültür hakkında cahil kalmıştık. Şimdi öğreniyoruz. Ben bir Yahudiyim ama şimdi Muhammed'i okuyorum. Onun hoşgörüsünü ve çoğulculuğu savunmasını, dayatma ile kabule karşı olduğunu okudukça şaşırıyorum." (Hürriyet, 15 Kasım 2001, syf. 9) Arşimed, suyun kaldırma kanununu bulduğunda "Evreka evreka... Buldum, buldum..." diye hamamdan sokağa fırlamış. Bizimkiler, Batı dünyasından böyle itirafları duyduklarında kendi dinlerini yeniden keşfetme duygusuna kapılıyor, "Utanıyorum" diyebiliyorlar mı? "Buldum, buldum" diye sokağa fırlıyorlar mı? Şu sıralar Batı'da Kur'an'a büyük ilgi olduğunu, insanların Kur'an edinebilmek için büyük çaba sarfettiklerini öğreniyoruz. Bizlerden de farklı Batı dillerinde yapılmış Kur'an meâlleri isteniyor. Mahşerin iki atlısı Tony Blair ve Bush, savaş propagandası içinde bile İslâm'ı ve Müslümanlar'ın duygularını sakınma gereği duyuyorlar. Özellikle Blair, Kur'an'ı okuduğunu ısrarla vurguluyor. Bir İslâm ülkesiyiz, Müslümanız, ama birçoğumuzun bu dinin Kutsal Kitabını, bütün olarak ve anlamına nüfuz ederek bir kere bile okumadığımızı söylemek sanırım yanlış olmaz. İslâmî duyarlılığı bulunan kesimlerde bile bunun böyle olduğunu sanıyorum. Ya Peygamber Aleyhisselâm? O'nu ne kadar biliyoruz? Ne kadar okuduk? "Muhammed'i okuyorum" diyen Yahudi asıllı Jeremy Rifkin kadar yakın mıyız Hazreti Peygamber (s.a.)'in dünyasına? Oysa daha ötesi gerekir bir Müslüman için? Kur'an'ı okuyup anlamak ve kişiliğimizi onunla dokumak. Hazreti Peygamber(s.a.)'i okumak, anlamak ve O'nun ahlâkı ile ahlâklanmak... Korkarım yarın, bir Batılı düşünce adamı, politikacı, bir Hristiyan din adamı çıkıp "Gelin Muhammed'in şu sözünde birleşelim" diyecek ve bizler, Müslümanlar, o sözle aramıza bilgi ve duygu olarak derin mesafeler girdiği için apışıp kalacağız. Oysa gerçekten okumaktan, bilmekten öte bir şey Müslüman olmak. Bir özümseme, bir içselleştirme, bir aynileşme işi... Kâbil'e giren Kuzey İttifakı'nın eylemlerinden bir görüntü var gazetelerde. Taliban'a mensup bir kişiyi esir almışlar. Sakallı, sarıklı bir insan... Etrafında eli silâhlı beş-on kişi. Silâhlar yerde yatan adamın üzerinde. Yalvaran adam yol ortasında kurşuna diziliyor, pantolonu sıyırılıyor, her yer kan gölü... Belki Taliban da benzerini yapmıştır... Kim bunlar? Bunlar farklı dinden de olsa "Esirlere dokunmayacaksın" diyen "Muhammed'in ümmeti" mi? Bir açık söz konusu, İslâm'la ve Peygmaber'le Müslüman'ın arasında? Kur'an'da bir âyet var: "Bedeviler 'iman ettik' diyorlar. De ki: 'İman etmediniz siz. 'Müslüman olduk, boyun eğdik, İslâm dairesine girdik' deyin. İman henüz kalplerinize nüfuz etmedi sizin." (Hucurât sûresi, 14) Ben bu âyeti okuduğumda hep kalbimi, davranışlarımı yoklarım. Bir yol alış süreci söz konusu İslâm içinde daireye girdikten sonra... İslâm'ın bir kalb kıvamı haline gelmesi... Bir sözle bitmiyor Müslümanlık. Onun hakkını vermek gerekiyor. Acaba bu soru-cevap düzeninin bedeviler ekseninde gerçekleşmesinden, İslâm'ın bedevilikten medeniliğe doğru bir ilerleyişle gerçekten aslî kıvamında yaşanacağını da mı anlamalıyız? İslâm bir bedeviyi alıp, onun kalbini yepyeni bir inançla yoğurarak farklı bir insan haline mi getirmeli? En azından kalben bedevilikte kalmak, İslâm'ın medeniyet inceliğine kavuşamamak anlamına mı gelmektedir? Afganistan'da Taliban ya da Kuzey İttifakı diye gördüğümüz şey, çok iddialı söyleme rağmen, İslâm dairesinin henüz ilk adımlarında dolaşıyor olmanın bir sonucu mu? Bazan kendi içimize bakıp gördüğümüz ve kontrol edemediğimiz öfkeler, kinler, asabiyyetler de kalbî nüfuz noktasındaki sancılarımızın ürünü mü? Neresindeyiz imanın kalbe yolculuğunun? "Allah cemildir, cemali sever. Yani Allah güzeldir, güzeli sever." İslâm güzeldir. Muhammed güzeldir. Müslüman da güzeldir. Varsa üzerimizde çirkinlikler, onlar henüz Müslümanlık koşumuzda arındıramadığımız cahiliye bakıyeleridir. Ramazan'a girdik bugün. Bir çağlayanın altındayız. Buradan çıkarken, İslâm'ın güzellikleriyle donanmayı başarmayı ahdetmeliyiz. Kimliğimizden utanmayı bırakıp, bilgisizlik-cehalet içinde savrulmaktan kurtulup, hemen şuracıkta duran ama farkına varamadığımız güzel müminlerin yüreği ile bir iletişim sağlayıp, kalben doyuma ulaşmış güzel Müslümanlar olmayı hedeflemeliyiz... Dünya bu insanı bulsa, inanın başka bir dünya olacak.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |