|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
National Democratic Institute'den (NDI'den) Nelson Ledsky, Kal-Der'in (Kalite Derneği'nin) düzenlediği bir konferansa katılmak üzere Türkiye'ye geldi. NDI, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu. 1983'te oluşturulan bu enstitü, demokrasiyi dünya çapında yayma hedefini güdüyor. 46 ülkede bürosu mevcut. 1998'den itibaren, Türkiye'de de sivil toplum kuruluşlarını güçlendirmeyi, anayasal reformları ve yönetimde şeffaflığı teşvik etmeyi amaçlayan programlar yürütüyor. Sabah kahvaltısı
Ledsky'nin katıldığı konferans, İngilizce, "Non Governmental Organization (NGO)" denilen sivil toplum örgütleriyle ilgili. Ledsky ile dün Hilton'da bir sabah kahvaltısında biraraya geldik. Toplantıda Milliyet'ten Hasan Cemal ve Sami Kohen, Sabah'tan Metin Münir, Hürriyet'ten Ferai Tınç vardı. Biraz, Kıbrıs konusu tartışıldı. Malûm, Ledsky bir zamanlar Amerika adına Kıbrıs müzakerelerinde önemli bir rol oynamıştı. Ama genelde demokrasi konusu ele alındı. Ledsky iki mesaj verdi: Biri, sivil toplum kuruluşları ile ilgiliydi; diğeri Türkiye'nin 11 Eylül 2001'den sonra Orta Asya ve Ortadoğu'da oynayacağı aktif role işaret ediyordu. Medeni Kanun ve vakıflar
Ledsky, Kal-Der'in organize ettiği panelde konuşacaklarını bize anlattı. Sivil toplum kuruluşları, dernekler ve vakıflar için daha geniş özgürlükler istedi. Oysa, yeni Medeni Kanun zaten dernekler üzerinde varolan sıkı denetimi, vakıflara da yayıyordu. Meselâ son değişiklikte, vakıfların "laik cumhuriyet ilkelerine aykırı hareket edemeyecekleri" hususu Medeni Kanun'a dahil edildi. Ledsky'ye bu konuyu hatırlattım ve mevcut özgürlüklerden dahi, daha geriye doğru gidildiğini söyledim. Adalet Komisyonu'nda Medeni Kanun'un vakıflarla ilgili bölümü tartışılırken, Bakan Hikmet Sami Türk'e sormuştum: "Laik cumhuriyet ilkelerine ters düşmemek ne demek? Meselâ üniversitelerde okuyan başörtülü kızları desteklemek üzere bir vakıf kurarsanız veyahut İmam Hatipliler'in ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla örgütlenirseniz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Anayasa Mahkemesi'nin yorumu çerçevesinde, laik cumhuriyete aykırı mı hareket etmiş olacaksınız?" Bakan Sami Türk "Kararı verecek mahkemelerdir" demekle yetindi. İşte bu anımı da Ledsky'e naklederek, Türkiye'nin sivil toplum örgütleri açısından bir cennet olmadığını söyledim. Zaten, Ledsky, sık sık ülkemize geldiği için, bu durumun farkındaydı. Devlet ve sivil toplum
Dünyanın demokratik ülkelerinde ve özellikle Amerika'da, sivil toplum örgütleri ile devlet arasında ahenk ve güven duygusu mevcut. Ama olgunlaşmayan demokrasiler ve otoriter rejimlere göre, devletten bağımsız olarak çalışan sivil toplum örgütleri, resmi otoritenin insanlara müdahale etme tekelini kırıyor. Ledsky, Türkiye'de sık sık seçimle iş başına gelen kişilerin, sivil toplum örgütlerini eleştirirken "Kim bu insanlar, kim onları seçmiş ki? Başkaları adına konuşma hakkını nereden alıyorlar?" dediklerine şahit olduğunu söyledi. Oysa bu gibi itirazlar, sivil toplumun, demokrasilerdeki rolünü anlamamaktan kaynaklanıyordu. Sivil toplum ve devlet birbirinin hasmı değil, partneri. Bu kuruluşlar, vatandaşın eğilimlerini, arzularını hükûmetlere ileten güçlü bir mekanizma oluşturuyor. Ledsky, ülkemizdeki sivil toplum örgütlerinin geniş bir tabana dayanmayan, güçsüz teşekküller olduğunu belirtti. Yöneticilerinin pek çoğunun seçimle işbaşına gelmemesi de, onların temsil kabiliyetlerini zaafa uğratıyordu. Ayrıca devlet, sivil toplum kuruluşlarını bir potansiyel tehdit olarak gördüğü için, bu örgütlere halkın katılımı da zorlaşıyordu. Zira, bir dernek veya bir vakıf içinde faaliyet gösterenler, devletin baskısına ve kötü muamelesine her an maruz kalabiliyordu. Türkiye'nin rolü
Ledsky'nin üzerinde durduğu ikinci husus, Türkiye'nin Müslüman, demokratik ve laik ülke sıfatıyla Ortadoğu ile Asya'da oynayabileceği roldü. Ledsky'e göre, Türkiye, Özal döneminde böyle bir vizyona sahipti. 11 Eylül'den sonra, yeni bir fırsat doğmuştu. Pakistan'da, Afganistan'da, Kazakistan'da, Özbekistan'da, Azerbaycan'da ve diğer bir çok ülkede, bütün noksanlarına rağmen, Türk modeli uygulamaya sokulabilirdi. Sabah kahvaltısında bulunan gazeteciler, böyle bir rolün nasıl ve hangi imkânlar kullanılarak üstlenileceğini sordular. Ledsky görüşlerini biraz daha açtı: "Yurdunuza çok sayıda öğrenci davet eder, onlara burslar verip yetiştirirsiniz. Siz orada okullar açabilirsiniz. İş ilişkilerinizi geliştirebilirsiniz. Hükûmetler arasındaki çeşitli temaslarda, demokratik topluma verdiğiniz önemi vurgulayabilirsiniz...vs" Masadan haklı olarak itirazlar yükseldi. Görüşler aşağı yukarı, "Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı başkalarına hizmet ede" deyişini seslendiriyordu. Türkiye bu noksan demokrasisiyle mi, batan ekonomisiyle mi, vizyonsuz politikacılarıyla mı, başkalarına yol gösterecekti? Ama Ledsky, Türkiye'ye güveniyordu. Bunun üzerine Ferai Tınç, Avrupa Birliği üyesi sıfatını taşıyan bir Türkiye'nin, bu konuda daha başarılı olacağını belirtti. Şahsen ben de, aynı görüşleri ifade etmiş ve Ledsky'e şunları söylemiştim: "Kıbrıs meselesinin Türk ve Yunan hükûmetlerinin katılımıyla çözülmesini savunuyorsunuz. Çünkü adadaki ihtilâfın, Türk-Yunan ihtilâfından kaynaklandığını düşünüyorsunuz. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olması, Ege'nin iki tarafına barışı daha süratle getirecektir. Ayrıca Türkiye, bu çerçevede, gerçek bir demokrasiye kavuşabilmek için daha yürekli adımlar atabilecektir." Ledsky'nin dikkatini bir başka husus üzerine de çektim: "Türkiye, Ortadoğu ve Orta Asya'da model oluştursun diyorsunuz. Oysa Amerika, Ortadoğu'nun demokrasi ile yönetilmeyen rejimlerini destekliyor. Bu bir çelişki değil mi? İkincisi, Amerika, Türkiye'de demokrasiyi düşleyenler açısından özendirici bir modeldi. Oysa, şimdi, 11 Eylül'den doğan terör korkusu yüzünden antidemokratik tedbirler alıyor. İkinci dünya savaşı sonrasında komünizm korkusuyla atılan Mc Carthycilik gibi yanlış adımların benzerlerine bugün de rastlıyoruz." Ledsky, "Biz hükûmete bağımlı bir örgüt değiliz. Serbestçe görüşlerimizi ifade edebiliriz. Amerika Birleşik Devletleri yetkililerin attığı yanlış adımları da eleştiriyoruz. Teröristlerin gayesi, zaten Amerikan toplumunu korkutarak bu yanlış adımların atılmasını sağlamak" cevabını verdi. Kifayetsizlik girdabı
Türkiye'nin 11 Eylül'den sonra yeni bir şans yakalayabilmesi ihtimali mevcut. Ama bunun için, ekonomisinin ve demokrasisinin sağlam, Ankara'daki devlet adamlarının sağlıklı ve vizyon sahibi olması gerekiyor. İleriki yüzyıllarda, bugünün siyasi tarihini okuyan Türk çocukları, kaçırılan fırsatlar için bizi suçlayacaklardır. Bazı adımlar atarak bu durgunluktan, bu kahredici statükodan kurtulmak mümkün iken, siyasi olayların ve gelişmelerin altında kalan aktörlerin basiretsizliği karşısında hayrete düşeceklerdir. Türkiye yavaş çekilen bir film gibi. Koşar gibi yapıyoruz; ama koşamıyoruz. Ve bu yüzden de, bizi içine çeken kifayetsizlik girdabından bir türlü kurtulamıyoruz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |