|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hikaye, insanın kendini okumasını kolaylaştırır!
Fildişi karası, fildişi tozundan yapılan bir çeşit mürekkep. Fildişi ve kara kelimelerinin bir araya geldiklerinde oluşturdukları ikilemden bir yazı malzemesinin çıkıyor olması, aslında edebiyatın zaten kendiliğinden keskinliğini anlatan yüzlerce metafordan biri kanımca. Varlığını kendi gerçekliği içinde tam olarak tanımlayamayan ya da değerlendiremeyen insanın kendini okuyabilmesi için sanata ve edebiyata gereksinimi olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncem, kişisel olarak, edebiyatı daha da keskin ve belirgin olarak algılamama neden oluyor. İnsan temelinde yaklaşıyorsunuz olaylara, insani olanı öne alıyorsunuz. Gerçekliğe olabildiğince yaklaşırken kurmacayı göz ardı etmiyorsunuz. Yaşam/kurmaca, gerçeklik/ yanılsama ikilemiyle karşı karşıya okur. Ne dersiniz? Günümüzde yaşamın kurmacadan, gerçekliğin yanılsamadan kesin çizgilerle ayrılmadığını düşündüğüm için insanın kendini okuyabilmesini sağlar edebiyat diyorum. Dolayısıyla bu içiçeliği yazarken de hissedebiliyorum. Kimi zaman günlük gazetelerde, televizyon haberlerinde ya da sohbetlerde öyle olaylar okuyor, görüyor, dinliyorum ki gerçeğin kurmacanın ne kadar da içinde hatta kimi zaman ötesinde olduğunu düşünüyorum. Önceleri kurmacanın sınırı nerede başlar, nerelere kadar uzanabilir diye düşünüyordum. Giderek bir başlangıç sınırı aramanın yanlışlığının, uzanabileceği noktanın da görüş alanının oldukça dışında olduğunun bilincine vardım. Tıpkı kendim gibi öykü kişilerim de böylesi bir geçişkenlikle karşı karşıyadır. Dolayısıyla gerçekle kurmacanın ortasında kalan öykü kişisi söz konusu. Gerçek öykülerle kurmaca öyküler iç içe. Sizin tabirinizle hayat bir 'öyküleme oyunu' mu? Gerçek öykülerle kurmaca öyküler dediğiniz zaman anlatının içine yerleştirilmiş öyküler gibi bir izlenim doğuyor. Oysa "Fildişi Karası" yaşamın sıradan anlarını da, kurgusal bir uzamda okutmaya çalışan öykülerden oluşuyor. Buradan yola çıkarak hayat zaten bir öyküleme oyunu olarak yaşanmakta diye düşünüyorum. Hikâye etme, hepimizin hayatının bir parçası değil midir? Her şeyden önce kendimizi kendimize hikâye ederiz. Öne çıkmasını istediğimiz özelliklerimizin altını çizer, içinde bulunduğumuz sosyal çevreye uymadığını düşündüğümüz özellikleri okunmamaları için geçiştiririz. Daha sonra gündelik ilişkilerimizi hikâye ederiz. Yaşadığımız bir olayı, bir başkasına aktarırken olay örgüsünde ön plana çıkarılmasını istediğimiz noktalar, iç gerilim, kurgu hep bizim elimizdedir ve dinleyenin/okuyucunun algısına en uygun olduğuna inandığımız yapıyı oluşturmaya çalışırız. Sonlandırılmayan öyküler var. Bir de öyküler arası yolculuklar. Öykü içinde öykü. Bunu bir yazarın dilini/söylemini arayışı olarak nitelendirebilir miyiz? Bunun bir arayış değil de bir bakış açısı olduğunu söyleyebilirim. Tıpkı hayata bakışımda olduğu gibi öykülerime bakışımda da bir ucu açıklık var. Bu anlamda sonlandırılmayan öyküler sözünü biraz açmak isterim. Öykünün temeline aldığım olay örgüsünün en azından öykü kişisi için noktalandığını, ancak o olayı bütünleyen diğer olayların sürekliliğini koruduğunu ve okurun algısında devam etmek istercesine kendilerini gösterdiklerini düşünüyorum. Öykü içinde öykü konusuna gelince, bunu da yine kişinin kendisini ve çevresini aynı anda hikâye etmesiyle yanıtlamak iterim. Öykü kişilerim, kimi öykülerde bir yandan kendi öykülerini kendilerine anlatırken bir yandan da bir diğer öykünün anlatıcısı rolüne bürünürler. Bu durumda kitabın okuru, hem o kurmaca kişinin kendisiyle ilgili algısını hem de aktarıcı olduğu zamanki tercihlerini aynı anda izleyebilmektedir. Böylece bir üst anlatıcının/yazarın aktarıcı algısından çıkıp kurmaca anlatıcının beyninde ilerleyerek okuyabilecektir öyküyü. Örneğin "Çağla Yeşili Bir Gece" adlı öyküde doğdukları şehre doğru tren yolculuğu yapan dört arkadaşın yemekli vagondaki masasına otururuz. Anlatıcımızın beynindeki yolculuk bize diğer üç kişiyi tek tek anlatırken, o kişilerin anlattığı kısa öykücüklerle farklı öykü kişilerinin benzer olaylara nasıl yaklaştığını izleriz. Bu durumda anlatıcının aktaracağı küçük öykü, beynindeki yolculuğumuz süresince tamamlanmıştır aslında. Okur, onu üretebilir. Tıpkı bir okur olarak benim bu güne kadar okuduğum çoğu kitabın kahramanının, benim için artık yakından tanıdığım ve hikâye edebileceğim karakterlere dönüşmüş olmaları gibi. 'HAYALET GEMİ YOLCULUĞUM SÜRÜYOR' 'Fildişi Karası' 2000 yılının sonbaharında Can Yayınları tarafından yayınlandı. Hayalet Gemi dergisindeki yolculuğum sürüyor. Ayrıca internette yayınlanan altzine (altzine.net) isimli dergide de, bu ortama yönelik yazılar yazıyor ve derginin editörlüğü görevini yürütüyorum. Yazının farklı boyutlarını öğrenmek, uygulamak ve okurlarla paylaşmak için çok faydalı ve geri bildirimi hızlı bir ortam olduğuna inanıyorum internetin. 2000 Temmuzunda Adnan Kurt ve Murat Gülsoy'la beraber kurduğumuz sanal yayınevi altkitap (altkitap.com) geçtiğimiz yılı oldukça faal geçirdi. Elektronik yayıncılık ve internette kültür-sanat konuları konusunda Adnan Kurt'la beraber hazırlayıp sunduğumuz ve 94.9 Açık Radyo1da yayınlanan "Kum Kitabı" isimli program da bu konuyla ilgilenen okurlar tarafından büyük bir ilgi gördü. Kendi serüvenini anlatan edebiyat
"Neden yazma serüvenini yazıyorsunuz?" Öykü kişisinin, öykünün anlatıcısına yönelttiği bu sorunun yanıtı öykünün içinde yer alıyor: "Yaşam, kurgulanmalıdır." Bu sorunuzun birinci yanıtını öykü içinde verdikten sonra daha kişisel olan yanından söz edeyim. Aslında yazı ve yazma serüveni üzerine olan tutkum tümüyle kendimin yazıya bakışından kaynaklanıyor. Henüz dört yaşında bir sürü garip şeklin yan yana geldiğinde bir şey ifade ettiğini, bütün insanların bu ortak simgeler dizgesiyle birbirlerine ulaşabildiğini ve bu toplamın da tümüyle kendinle başa çıkabilmenin en iyi yolu olduğunu anladığımda büyülenmiştim. Tabii o zamanlar sadece şunu demiştim: "Nasıl oluyor da herkes bu yazı denen şeyi anlıyor. Bunu ben de öğrenmeliyim." O günden bu güne hayatım yazıyı öğrenme yolculuğuyla geçti. Bundan sonra da öyle olacağını sanıyorum. Harfler, kelimeler, sözcükler, diller, dillerin kullanımı... Son durağını hayal etmenin mümkün olmadığı bir yolculuk anlayacağınız. Yazma serüvenini yazıyor olmamın nedeni de bu belki de, bir anlamda kendi serüvenimden yola çıkıyorum her seferinde. Ama bunun kendimi yazmak olarak algılanmasını da istemem. Hikâye etmeyle iç içe yaşayan insanların, günün birinde bunları yazıyor olması hayali bu. Kendini anlatan edebiyata ilgim de bundan kaynaklanıyor. Sizin de belirttiğiniz gibi insana dair yazmayı seviyorum ve yazıdan daha çok insana dair ne olabilir ki?
|
|
|
|
|
|
|
|