|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İnsanın pohpohlanmaya, övgüye ihtiyacı var.. Eleştirilmek, karşıt görüşlerle boğuşmak, hem kolay, hem de hoş olmuyor.. Bu yüzden, bizim politikacıların, kendi parti gruplarında, kendi atadıkları örgütleri ziyaretlerinde ve atanmış delegelerden oluşan parti kongrelerinde, neden mutlu olduklarını anlıyorum.. Medyanın kartelleşme ve tekelleşme süreci sonunda devlete ve iktidara göbekten bağlanması sayesinde, televizyon kanalları ve derin medya da, parti kongrelerine benzedi.. Örneğin Bülent Ecevit'i, Mesut Yılmaz'ı falan, hiçbir televizyon veya basın söyleşisinde, hiçbir karşıt görüş sorgulayamıyor artık.. Özellikle Ecevit'e, "çanak sorular" yöneltiliyor.. Programın sonunda, Başbakan da, programın sunucusu da, birlikte esenliğe çıkmış oluyorlar.. Daha da ötesi, medyada, Ecevit'i eleştirenlere "Terbiyesiz" diyen, Ecevit'ten daha fazla köy-kent tutkunu olan yazarlar türedi.. Neyse.. Övgü almak, insanın egosunu acayip tatmin ediyor.. Egolar, cilalanıyor.. Bunu ben kendimden biliyorum.. Geçenlerde, bir telefon aldım.. Bir sayın okur, tarihe ilişkin bir konuda benimle söyleşi yapmak istediğini söyledi.. Bu konuda, çeşitli kişilerle yapacağı söyleşileri, sonunda kitaplaştıracakmış.. Randevulaştık.. Ve günü, saati gelince, gazetedeki odamda buluştuk.. Bir minik ses-alıcıyı masanın üzerine yerleştirdi konuğum.. Ağzını teybin mikrofonuna yaklaştırdı.. Ve soruyu sormadan, konuyu ve söyleşinin yapıldığı kişiyi, şu cümlelerle vurguladı.. - Şu anda benim için tarihi bir an.. Ortadoğu ve Balkanlar'ın en değerli düşünürü, çağlardan bugüne aktarılmış en parlak beynin sahibi Mehmet Barlas'la söyleşiye başlamak üzereyiz.. Açıkçası mahçup olmuştum.. Benimle söyleşi yapacak konuğumun, benim hakkımdaki düşünceleri, gerçeği yansıtsa bile, böyle açıkça yüzüme söylenmeleri, biraz aşırı kaçmıyor muydu? Rica ettim.. - Bu tür övgü dolu cümleleri kitabınızda yazabilirsiniz.. Ama acaba yüzüme söylemeseniz, daha iyi olmaz mı, dedim.. Konuğum çok nazik bir kişiydi.. Hemen soruya geçti.. Ve teybe ilk sorusunu kaydettirdi.. - Değerli düşünür ve eşsiz bir tarih felsefecisi olan Mehmet Barlas'a, ilk sorumu sormak bana heyecan veriyor.. Aslında, zat-ı alilerinin böyle bir basit soruyla kıymetli vakitlerini ve düşüncelerini almak ne kadar doğrudur, bilemiyorum.. Böyle şeyler söyledi teybe.. Utancımdan yerin dibine geçmek üzereydim.. Ama insan, böylesine hayranlarının bulunduğunu bilmekten de, tarifsiz hazlar almıyor değil.. Üsteledim konuğuma, - Ne olur.. Şu soruyu sorun artık.. Beni utandırıyorsunuz.. Benim hakkımdaki düşüncelerinizi, sonra evde araya katsanız daha doğru olmaz mı? Bizim söyleşimiz bu havada devam etti.. Beş tane kadar soru sordu bana konuğum.. Ama bu soruların arasında beni öylesine şişirip, cilaladı ki, eve otomobille değil, uçarak döndüm akşam.. Ev halkının beni neden kırmızı halı döşeyip karşılamamaları, benimle konuştuktan sonra neden geri-geri yürüyerek odadan çıkmamaları, yakınlarımın bana adımla hitap etmeleri falan, çok rahatsız etti beni.. Acaba ben de bir parti kurup, atadığım milletvekilleri ve delegeler arasında mı yaşasam? "Esenliğe çıkıyoruz" dediğim zaman, hepsi ağlasa.. "Köylü efendimizdir" deyince, hepsi mendil çıkartıp, hıçkırmaya başlasa.. ŞAKA
Vah vah!.
Karanlık bir yoldan evine dönen adamın karşısına, eli tabancalı bir soyguncu çıktı.. - Cebinde ne kadar para varsa, hemen hepsini bana ver, dedi soyguncu.. Adam, acı acı güldü.. - Kardeşim.. Ben memurum.. Bu ekonomik kriz ortamında, cebimde beş para yok ki.. Soyguncu bağırdı adama.. - Bana kendini acındırma.. Ben senden daha kötü durumdayım.. Şu tabancaya kurşun alacak para bile bulamadım.. GÜNGÖR URAS
Kolaysa, Anadolu'da "iyimser"i oynayın!.
Güngör Uras, sadece sevdiğimiz, vefalı bir arkadaşımız değil.. Bizim mesleğe sonradan girmesine karşın, ipi hep önde göğüsleyen, çalışkan, bilgili ve araştırıcı bir meslektaşımız da.. Dün Milliyet'teki sütununda, "Türkiye Gerçeği"ni, kendisinin de içinde bulunduğu bir kargaşa ortamını cesaretle yazarak anlatmıştı.. Uras ve kendisi gibi üç ekonomist, konuşma-tartışma yapmak için bir Anadolu kentinin işadamları tarafından davet ediliyorlar.. Aralarında işbölümü yapmışlar.. Önce bir konuşmacı "iyimser" konuşacak.. Sonra da diğerleri "kötümser"i, "eleştirici"yi oynayacak.. İyimser konuşan ilk hoca, galiba Prof. Erdoğan Alkin, dozu kaçırıyor.. Galiba biraz da inanarak "Piyasa açılıyor.. İMF de para gönderdi" falan diyor.. Bunun üzerine salondaki dinleyiciler ayaklanıyor.. Kürsüye yürüyenler, "Biz burada ölmüşüz.. Masal anlatmaya mı geldiniz" diyerek, kürsüye yürüyorlar.. Sonunda toplantı kapanıyor.. Güngör Uras ve arkadaşları, bir taksiye binip, alelacele şehri terk ediyorlar.. Bravo Güngör Uras'a, bunları yazabildiği için.. Söyledim ya.. Mesleğe sonradan girdi ama, ipi hep önde göğüslüyor..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |