T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İsviçre'den başka notlar

Daniel Haener ülkesinin 'iyi niyet elçisi' gibi bir şey; daha önce Cezayir ve Paris'te İsviçre'yi tanıtmış. Şimdiki görev yeri, neredeyse ikibin diplomata ev sahipliği eden, her yıl onbinlerce kişinin toplantılarına katıldığı Cenevre'deki Birleşmiş Milletler binası... Diplomatlar da gazeteciler de onun ilgi alanında... Bilmediği dil, ilgilenmediği konu olmadığı hissini veren heyecanlı bir genç adam...

"Paris'teyken 'Muhteşem Süleyman Sergisi'ne gitmiş çarpılmıştım; sergilenenler bile, Osmanlı padişahının en zengin Fransız kralı XIV. Lui'den daha zengin olduğunun ispatıydı. O dönemin Türkleri, benim hiç kuşkum yok, 'dünya uygarlığı'nı temsil etmekteydiler. Çoğumuz Türkiye ile ilgili bu gerçeği maalesef unutuyoruz." Haener, bu sözleri, BM'ye akredite bütün yabancı gazetecilerin katıldığı bir yemekte sarf etti. Beni önüme bakmaya sevk eden sözlerdi bunlar...

İsviçreliler içten insanlar. Bunu en fazla kendileriyle rahatlıkla dalga geçmelerinden anlıyorsunuz. Kiminle tanışsam, herhalde rahatlatmak için, mutlaka bir İsviçre fıkrası veya kendi başından geçen şaka gibi bir olayı anlatmayla sohbete başladı. Bern'deki İsviçre Parlamentosu'nun gezdiren rehber hanım bile...

"Belki duymuşsunuzdur" dedi Elisabeth Thürlemann adlı rehber hanım, "Biz Bernliler biraz yavaşızdır." Bir gün önce, bir başka Bernli'den duyduğum şakayı kendisine aktardım: "Bernlilere cuma günü fıkra anlatmayın, pazar günü kilisede gülerler, âyin berbat olur..." O da güldü: "Öyle ama, biz biraz da Zürihliler arkamızdan yetişebilsinler diye yavaş davranırız..." Aynı rehber hanım, içi delikli peynir üreten bir kantondan söz ederken, "Boyları kısadır; biz onlar için, 'peynirin kovuğuna sığarlar' deriz" esprisini yaptı...

Bizim orada bulunduğumuz günlerde, Bern'de, peynir yarışması yapılıyordu. Gündüz gezerken, üreticisi köylüler tarafından yarışmaya sunulmak üzere getirilmiş nefis peynirlerin ziyaretçilere tattırıldığını fark edip iftar vakti oraya koştum. Köylülere ait çadırların en sonuna park eden bir minibüsü lokanta haline sokmuşlar, ekmek üstü peynir satıyorlardı. Ocak ateşinde eriyen peyniri bıçakla sıyırıp ekmeğin üzerine sürüyor, üzerine turşu ve küçücük soğanlar koyuyorlar. Umarım, bu yazıyı iftar sonrası okuyorsunuzdur: Lezzetine doyum olmuyor...

Bern'de bir gece 'Keller' adlı tarihî bir lokantaya gittik, bir de birkaç ay önce açılan Türk lokantası Maksim'e... Dikkatimi Türk lokantasının gördüğü ilgi çekti. Basel ve Zürih'te çok sayıda Türk işyeri, bu arada onlarca lokanta bulunmasına rağmen, Bern bu alanda fakirmiş; Maksim eksikliği giderme ihtiyacıyla devreye girmiş. Türk havası var lokantada, yemekler ise biraz oraların damak-tadına ters düşmeyecek biçimde işlenmiş gibi geldi bana.

Cenevre'de ise, aralarında sendika yöneticilerinin de bulunduğu birkaç gazeteciyle yemek masasında buluştuk. Daha oturur oturmaz tanıdık bir özürle karşılaştık: Birkaç meslektaş daha dâvetliymiş; ancak, bir gazetede yapılan tensikat sebebiyle işten atılanlar yemeğe gelememiş... Sendika yöneticisi, "Bugün çıkışı verilenlerin sayısı 22" dedi... Hangi ülkenin gazetecilik sitelerine girerseniz girin, internette en fazla karşılaşılan haberler, işsiz gazetecilerle ilgili oluyor. Pahalı teknolojiler, ekonomik sıkıntı ortamlarında, hıncını çalışan gazeteciden çıkartıyor. Hatta, ekonomik sıkıntısı hiç hissedilmeyen İsviçre'de bile...

Cenevre'deki BM binası sembolik tablolarla dolu. BM'de yüzlerce yabancı gazeteciyle birlikte olduk, bir eksiklik hemen dikkat çekiciydi: Türk gazeteci yokluğu... Cenevre'de gazetecilik yapan tek Türk AA muhabiri bir bayan... Yanımda oturan Alman meslektaşın verdiği bilgiye göre, Cenevre'deki BM'de en kilit koltuklar Türkler tarafından işgal ediliyormuş... Biz tanışamadık, ama protokol müdürü Mehmet Ülkümen'i herkes tanıyor. Yanlış anlamadıysam, levazım müdürü de bir Türk bayanmış... BM'nin halkla ilişkiler müdürü olan hanım, övgüyle söz ettikten sonra, "Mehmet Ülkümen'in babası, İkinci Dünya Savaşı sırasında Museviler'in kaçmasına yardım eden Türk diplomatıymış" bilgisini verdi bana.

Bern'de İsviçre hükümetinin "Hoşgeldiniz" yemeğinde yanıma düşen İsviçre ırkçılık karşıtı bürosunun başkanı Doris Angst Yılmaz, soyadının işaret ettiği üzere, yabancımız olmayan biri. "Şimdi ayrıldık, ama izniyle soyadını muhafaza ediyorum" dediği bir Türk'le evliymiş... Görev alanına Müslümanların durumlarının iyileştirilmesi de giriyormuş. "Belli konularda mesafe almayı başardık" dedi...

Türkiye'den altı meslektaşla birlikte katıldığım bu gezide, İsviçre'nin Ankara büyükelçiliğinden Monica Schmutz Cattaneo ile dâvet sahibi 'Presense' biriminden Regula Bubb bir an yanımızdan ayrılmadılar. Bizim heyet onları da şaşırtan bir iş disiplini sergiledi ve son âna kadar dakik davrandı. İsviçre'de karşımıza çıkarılan yetkililer bu ülke resmi çevrelerinin bir özelliğini öğrenmemize vesile oldular: Hepsi sunumlarında tepegöz cihazı kullandılar; bazısı yansıttıkları tabloları metin halinde de dikkatimize sundu... İşlerini ciddiye almaları etkileyiciydi.

Daha önce de değişik vesilelerle gitmiştim, ama bu geziden sonra "İsviçre" dendiğinde belleğimde hoş anılar canlanacak...


26 Kasım 2001
Pazartesi
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED