|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mezar-ı Şerif'ten gelen bir haber, günlerdir endişe ile beklenen muhtemel gelişmelerin ilk işaretini verdi. ABD kaynaklarının resmi açıklamasına göre, Kuzey İttifakı'nın elinde bulunan Taliban yanlısı mahkumların isyan çıkarmaları üzerine yüzlercesi öldürülmüş. Amerikan komandolarının yardımıyla bastırılan isyancılara savaş uçakları da bomba yağdırmış. Bilanço, çoğu yabancı olduğu söylenen (şimdilik) yüzlerce ölü. Daha savaşın başında Amerikan yetkililerinin yaptığı bir açıklamayı hatırlamadan edemiyoruz. Kunduz'da kuşatma altına alınan ve içlerinde Arap, Çeçen ve Pakistanlı yabancıların çoğunlukta olduğu bildirilen Taliban askerlerinin teslim olmak istemeleri durumunda Amerikan yetkililerinin açıklamaları şüpheye mahal bırakmayacak kadar netti. "Bölgedeki Amerikan güçlerinin sayısı sınırlı olduğundan, teslim olmak isteyenleri savaş esiri olarak alacak durumda değiliz ve kimseye savaş esiri muamelesi yapılmayacaktır." Ve bir başka açıklama, "yakalanan el-Kaide örgütü mensuplarının esir alınmayarak görüldüğü yerde vurulması" yönünde emir veriliyor. Mezar-ı Şerif'te gerçekten bir isyan çıkıp çıkmadığı ya da bu isyan bahane edilerek savaş esirlerinin imha edilip edilmediği henüz belli değil.. Yüzlerce savaş esiri (her nasılsa esir olmayı başarmış) Taliban yanlısının çıkardığı isyanı bastırma yöntemi hakkında gelen haberler, Amerikalı yetkililerinin açıklamaları ve emirleriyle bir arada düşününce hiç de inandırıcı gelmiyor. Amerika'nın savaştaki en büyük gücünün, medyayı da yedeğine alarak kullandığı propaganda imkanı olduğundan kuşku yok. Ancak bazı gerçekler propagandaya rağmen gizlenemez; sonsuza kadar saklı kalması mümkün değildir. Körfez Savaşı sırasında savaşın medyaya yansıyan yüzüyle gerçeklerin çoğu kez örtüşmediğini zaman geçince tüm dünya öğrendi. Afganistan'ın ve savaşın kendine özgü şartları gözönüne alındığında orada ne olup bittiğini, sıcağı sıcağına, tam olarak bilmek mümkün değil. Ancak korkulan o ki, Amerika'nın tam bir intikam hissiyle hareket etmesidir. Kuzey İttfakı ile Taliban arasındaki geçişkenlik kısmen bu tehlikeyi önlüyor. Taliban'ın Afganistan'a hakim oluş şekli gibi şehirlerin hızla elinden çıkması bunu doğruluyor. Sonuçta aynı etnik kökenleri zaman zaman farklı olsa da aynı dili, dini, aynı ülkenin ortak kaderini paylaşan insanlar arasında toplu saf değiştirmeler kan dökülmesini önleyen temel faktörlerden biridir. Eğer bu geçişkenlik olmasaydı sanılandan daha fazla kan dökülür ve Kuzey İttfakı'nın dolayısıyla Amerika'nın işi bu kadar kolay olmazdı. Teslim olan, saf değiştiren komutanlar Burhaneddin Rabbani ile Molla Ömer arasında çok fazla fark görmüyorlar. Sonuç olarak, Afganistan'da yönetimin değişmesi Batı'nın abarttığı kadar günlük hayatı etkileyecek bir öneme sahip değildir. ABD'nin sınavı asıl burada başlıyor, Amerika'nın gerçekten büyük bir devlet gibi davranıp davranmayacağında yatıyor. Kendi kamuoyunun intikam hislerini yatıştırmak adına savaş şartlarında kolayca ört bas edilebilecek intikam infazlarına başvurursa, bunun sonuçları uzun vadede Amerika'nın aleyhine olur. Amerika Birleşik Devletleri, İkiz Kuleler'in yıkılmasına karşı göstereceği tepki ile tek süper güç olmasıyla orantılı "büyük devlet" olup olmama sınavı veriyor. Bu sınav, büyük devlet olmayı da aşan ya da onu meşruiyetini tartışmalı hale getirecek olan medeniyet krizi ile doğrudan alakalıdır. Amerikan yönetiminin şu ana kadar sadece Afganistan'da değil, Müslüman coğrafyasında, hatta Amerika'nın kendi içinde terörle mücadele adına geliştirdiği refleksin hiç de büyük devlet olgunluğu ile hareket etme yeteneğinde olmadığına işaret ediyor. Bu yetenek/sizlik, aslında Amerika'nın şahsında Batı'nın içine girdiği medeniyet krizinin saklanamaz boyutlara ulaşmasıdır. Bir toplumun medeniyet krizine girişi, en çok bunalım anlarında ürettiği çözümlerde ve diğer toplum/medeniyetlerle ilişkisinde kendini gösterir. Tüm kötülüklerin Müslümanlık ve İslam dünyası ile ilişkilendirildiği bir askeri ve medyatik savaşı başlatan Amerika aslında kendi medeniyet krizini dışa vuruyor. Bu "dışavurum"un onu güçlendirmekten çok maliyeti gittikçe taşınamaz boyutlara ulaşan bir yüke dönüşmesi kaçınılmazdır. Amerika'nın şu ara kadar sergilediği tutuma bakarak, büyüklüğünü taşıyamayacağı bir iddiayı sürdürmek adına kendi krizini dünyanın başka alanlarına taşıyarak geçiştirmeye çalıştığını gösteriyor. Medeniyet krizinin, özellikle İslam coğrafyasına taşınmasının nedeni de bizzat İslam medeniyetinin tarihteki varlık alanları ve bugün de barındırdığı potansiyelle yakından alakalıdır. Hem Amerika ve Batı hem de Müslümanlar yaşadıkları krizi ve sahip oldukları potansiyelin farkına varmadan bu süreçten çıkmak kolay olmayacak. Yeni bir insanlık trajedisine dönüşmeden hem Amerika'ya hem İslam dünyasına görev düşüyor. İslam dünyasına düşen görev, kendi medeniyetinin/ kendinin farkına varmakla global bir krizin eşiğindeki insanlığa bir muştu sunacak imkanı diriltmesi, Amerika'ya düşen görev ise, yaşadığı krizi doğru okuyup alternatifsizlikten, dünyayı tek kültüre indirgemek gibi gururdan sıyrılarak, yeryüzünün yarınını karartmaktan vazgeçmesi olacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |