|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Akıldanelerimiz var, mâlum, siyasetçilerimizin hemen bir adım gerisinde duruyor ve hemen her kareye giriyorlar. Siyaset rotasının tayininde onların paha biçilmez fikirlerinden yararlanılıyor. Onlardan bir kısmının, özellikle bize akraba düşünceleri bulunanların kafası, 11 Eylül'den bu yana fazlasıyla karışık. Önceleri duruşları çok net gibi idi. Çok iddialıydılar. "İslâmî kesim ayağını denk alsın, yoksa siyasette dikiş tutturamazlar" türü mesajları çabuk almışlar ve hemen rotayı çizmişlerdi. Meselâ "11 Eylül bir miladdı. Taliban türü İslâm yorumunun devri kapanacaktı. Onun için Müslümanlar Taliban çizgisi ile aralarına net bir mesafe koymalıydılar. Siyasetçiler de benzeri bir tavır sergilemeliydi." Bunlara "Eyvallah" demek mümkündü. Aslında zaten "Taliban çizgisi" ile bütünleşen bir çevre yoktu Türkiye'de. Ama akıldanelerimiz bununla kalmadı. Muhtemelen bazı kesimlerde kendi konumlarını netleştirmek amacıyla,"islâmî kesimin Taliban'a farklarını yeterince netleştirmediği" tema'sını işlemeye başladılar. Birilerini suçlarlarsa, kendileri apayrı bir "islâmî kesim" olmuş olacaklar, rahatlayacaklardı. Bu sırada akıl verdikleri ekibi bile sollamışlar mıydı yoksa? Bu yaklaşımda, Amerika'ya paralel düşme çabası vardı. "Amerikan çağı başlıyordu, Amerika güçlüydü, Amerika'ya rağmen siyaset yapılamazdı, terörle mücadele, demokrasi, liberalizm, hukuk devleti vs... yeni çağın paradigmasını bunlar oluşturacaktı. Ve bunların patronluğu bugün Amerika'da idi. Amerika döve döve herkesi hizaya getirirdi." Amerika Afganistan'ı "Papatya biçen" bombalarla dövmeye ve oradan "sivil ölümleri"ne ve muhacerete dair haberler - görüntüler gelmeye başladığında bunlar biraz bocaladılar. Bir yandan Amerika'nın "terörle mücadele" ettiğine, "Taliban'ın da dövmeyi hakettiği"ne inanmaları gerektiğini düşünüyorlar, diğer yandan bir İslâm ülkesinin bombalanması karşısında genleri isyan ediyordu. Ne de olsa bir vakitler Afganistan için onların da içi yanmıştı. Ayrıca bir de "tribünler" vardı. Müslüman halkların hassasiyeti öyle tanımlanıyordu artık. Afganistan'ın bombalanmasına karşı çıkanlar "tribünlere oynamış" oluyorlardı. Bombalama karşısında doğru dürüst tavır koyamadılar. O alanda savunmada kalmayı, yani "Ben de bombalamaya karşıyım ama..." türlü bir söylemi tercih ettiler. "Taliban'a tavır koyalım" derken bir yandan da "terörle mücadele" gerekçesini onaylamak suretiyle Amerika ile aynı yatağa girmiş oldular. O dönem, "Acaba Amerika gerçekten terörle mücadele amacında mı, yoksa Asya'daki stratejik konumunu tahkim etmeye mi çalışıyor?" soruları onların ilgi alanına girmiyordu. Hoş bu soruyu sorsalar da, cevap "Yani Amerika böyle bir stratejik hesap peşindeyse, biz farklı yerde mi durmalıyız?" gibi pragmatik bir cevabı bulmakta gecikmeyeceklerdi. Amerika Afganistan'a yüz binlerce ton bomba yağdırdı, yerde ot bile kalmadı. Taliban bitti. Ama tam da burada onların kafalarının çok karışık olduğu gözleniyor. Bir süper güçle aynı yatağa girmenin sendromlarını yaşıyorlar. Neden? -Onlar Amerika'ya "yeni bir çağı başlatma" misyonu yüklemişlerdi, terörle mücadele, insan hakları, demokrasi vs Amerika'nın öncülüğünde kıtaları dolaşacaktı. Ama Afganistan'a Amerika'nın getirdiği şey, bir bataklıktı. Kuzey İttifakı ekseninde ortaya çıkan etnik anafor, Washington'dan gelen "Esir almayın, öldürün" buyruğu gereğince, sayıları en az 500'ü bulan esirlerin "isyana kalkıştılar" bahanesi altında yukardan Amerikan uçakları, aşağıdan İttifak çetelerince toptan katledilmesi ve Afganistan için belirsiz bir gelecek... -Amerika şimdi oradan çıkıp Irak'a, Somali'ye, Yemen'e ve Sudan'a bomba yağdıracak. Birer bataklık da oralarda inşa edilecek. -Filistin'de son bir hafta içinde önce 5 bebek katledildi, ardından bir Hamas liderine nokta suikast yapıldı... Amerika Şaron'un elini tutacak güçten sözde yoksun! -Amerika'da McCarthy'cilik hortladı. The Guardian'da Jonathan David Farley, "FBI, ismi Usame ile kafiyeli herkesi tutukarken Ku Kulux Klan 50 eyalette hâlâ açık ve yasal biçimde faaliyetini sürdürüyor" diye yazıyor. Ümüğünü şahinlere kaptıran Bush'un 11 Eylül sonrası politikaları, bizdeki akıldânelerin beklentisinin aksine yoğun "insan hakları ihlâlleri"ne kapı aralıyor. Özellikle Ortadoğu kökenli yabancılar için cehenneme dönüşüyor Amerika. Amerika'daki liberallerin, bizdekilerin aksine Bush'un politikalarına karşı yoğun eleştiriler yöneltmesi ilginç değil mi? -Ve eski Başkan Clinton, Georgetown Üniversitesi'nde geçen hafta yaptığı konuşmada 11 Eylül'ü tahlil ederken geçmişle hesaplaştı ve"11 Eylül geçmişte işlediğimiz günahların bedeli. Amerika Kızılderililere ve Afrika kökenlilere karşı uyguladığı politikanın bedelini ödüyor. ABD ulusu kölelik üzerine kuruldu. Köleler masum oldukları halde sıklıkla öldürüldü" dedi. Bizdeki Amerikan muhiblerinden daha insanî bir tavır değil mi? İlginç olan şu ki, Clinton'un bu tavrı, hükümet yanlısı bir radyo tarafından bizdekine benzer bir üslûpla "Clinton neredeyse Amerika'nın kölelik, ırkçılık, homofobi, cinsiyet ayrımcılığı ve bu türden tüm şeylerin sonucu olarak terör saldırılarını hak ettiğini söyleyecek" denerek suçlanıyor. Evet, tüm bunlar akıldanelerimizin kafasını karıştırıyor. Amerika ile aynı yatağa girmenin üreteceği sonuçlar kolay tahmin edilir değil, ayrıca çok tekin değil. Afganistan'ı Taliban sebebiyle içinize sindirdiniz, ya Irak'ı ne yapacaksınız, ya Somali'ye hangi gerekçeyi bulacaksınız? Amerika'nın tüm gerekçelerini içinize sindirebilecek misiniz? Filistin'le ilgili bir şey yazamıyorsunuz, Amerika'daki insan hakları ihlalleri ile ilgili bir şey yazamıyorsunuz, Irak'la ilgili bir rezerv koyamıyorsunuz. Neden? Çünkü bir kere Amerika ile aynı yatağa girdiniz. Ben akıldânelerimizin kafa karışıklığını her şeye rağmen hayra alamet olarak görüyorum. Demek ki birlikte yürümenin riskinin farkına varmaya başladılar. Şu sıralar Amerika'ya akıl vermeye çalışıyorlar, dilerim Amerika onları dinleyecek kadar sağduyulu olsun.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |