|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Geçen yazımızdaki bir hükmümüzü izninizle tekrar edelim. Her ne kadar şu anda büyük bir ekonomik kriz içinde bulunuyorsak da yine de mevcut imkanlarımızı yoksul kimselerle paylaşma durumundayız ve çok şükür ki ülkemizde bu paylaşıma hazır varlıklı kimseler var. Mesele hangi sistemle bu paylaşımın en verimli şekilde yapılacağı. Türkiye örneği şunu ortaya koyuyor ki bu yardımların devlet kanalıyla toplanması ve dağıtılması uygun bir şekil değil. Hem hantal devlet makinası çok ağır çalışıyor, hem de bu kadar hortumlama örnekleri gördükten sonra vatandaşın yapacağı yardımı devlete emanet etmesi mümkün değil. En iyi formül bunun gönüllü kuruluşlarla yapılması. Bir kısım insanımız bu tür yardımlaşmaya maddi destek sağlayabildiği gibi bir kısım insanımız da şahsi destek sağlamaya hazır; karşılıksız olarak bu tür kuruluşlarda çalışmak ve yoksul kimselere yapılacak yardımların organizasyonunda görev almak istiyor. Ancak burada iki önemli problem var. Birincisi yardım yapılacak kimseler hâlâ en iptidai usullerle tespit ediliyor; mahalle muhtarı veya imamı vasıtasıyla yahut yakın çevrenin bilgi vermesi suretiyle. Halbuki bugün devletin elinde bulunan maaş ve sigorta kayıtları sabit gelirlilerin kazançlarını yaklaşık olarak ortaya koyuyor. Öte yandan tapu, banka ve vergi kayıtları da bütün vatandaşların mal varlıklarını belirlemede yardımcı olabiliyor. Bunlara dayanarak devletin öncülüğünde pekala Türkiye'nin yoksulluk haritası çıkarılabilir ve yardıma muhtaç kimselerin daha sağlıklı bir listesi ortaya konabilir. Böylece gönüllü kuruluşlar yardım yapacakları kimselerin gerçekten muhtaç olup olmadıklarını devletten alacakları bilgiyle öğrenebilirler. Bu yol sadece durumunu açıklayan değil, gizli fakirlerin de yardım almasını sağlar ve yardım dağıtılırken hepimizi rencide eden manzaraların ortaya çıkmasını önler. Devletin yardımları bizzat toplayıp dağıtma yerine buna talip kuruluşlara bilgi desteği sağlaması ve yardımcı olması en makul olanı. İkinci problem gönüllü yardım kuruluşlarının ciddi bir mali denetimden geçirilmesidir. Şurası gerçek ki bu kuruluşlarda yer alan insanların önemli bir kısmı gerçekten dürüstçe çalışmaktaysa da bir kısmı da bundan kendi çıkarı için yararlanmaktadır. Bu durum bütün gönüllü kuruluşları şaibe altında bırakmakta ve bunlar vasıtasıyla yapılacak yardımları azaltmaktadır. Burada devlete düşen dernek veya vakıf şeklinde örgütlenmiş bulunan bu gönüllü kuruluşları mali bakımdan sıkı bir denetime tâbi tutmaktır. Gelişmiş ülkelerdeki sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin malvarlıkları sıkı bir denetim altında tutulmaktadır. Hatta çalıştığı veya yönetiminde görev aldığı sivil toplum kuruluşundan ayrılanlar dahi belli bir süre (mesela beş yıl) mal varlığında anormal artış olup olmadığı noktasından takip edilmekte ve böyle bir artışın tespit edilmesi durumunda kaynağı sorulmaktadır. Türkiye'de sivil toplum kuruluşları ise mali bakımdan değil, ideolojik bakımdan sıkı bir denetime tâbi tutulmaktadır. Ancak ideolojik bakımdan sakıncalı bulunanlar ciddi bir mali denetim geçirmektedir. Açıkcası devletle sivil toplum örgütleri arasında bir güven bunalımı var. Sivil toplum örgütlerinin devlet aleyhine çalışacağı şeklinde peşin bir kuşku var yöneticilerde. Bu kuşku Türkiye'de sağlıklı ve etkin bir sivil toplum örgütlenmesine engel olmaktadır. Dahası gönüllü kuruluşlara gelmekte olan kimi yardımlar ideolojik bir kuşkuyla engellenmektedir. Bizim bir 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunumuz var. Bu kanunun ilk şekli kurban derisi, zarf dağıtmak suretiyle zekat ve fitre toplama yetkisini Türk Hava Kurumu'na vermişti. Hatta söz konusu kanunun 29. maddesinin ikinci fıkrası buna aykırı hareket edenlere cezai müeyyideler de getirmişti. Burada açıkca görülmektedir ki söz konusu yardımların fakirlere muhtaçlara dağıtılması endişesi yoktur. Eğer öyle olsa toplamaya sınır getirme yerine muhtaçlara dağıtılıp dağıtılmadığını kontrole yönelik düzenlemelere ağırlık verilir. Tam tersine toplanan yardımların ideolojik olarak sakıncalı görülen dini ağırlıklı yardım kuruluşlarına gitmeyip haki renkli bir kuruluşa gitmesi istenmektedir. 1986 yılında kanunun bu hükümleri yürürlükten kaldırıldı ve sözkonusu yardımların THK tarafından toplanma tekeline son verildi. Ancak kanunda olmayan bu tekeli bu kanunla ilgili olarak çıkarılan yönetmelik bu defa Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı adına korumakta ve söz konusu edilen yardımların ancak bu vakıfça toplanabileceği hükmünü getirmektedir. Bu düzenleme hem laiklik açısından hem anayasal hakların yönetmeliklerle sınırlanması noktasından problemlidir. Ancak burada ben meselenin yardıma etkisi üzerinde durmak istiyorum. Çok merak ediyorum, bu tür bir yasaklama Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'na beklendiği gibi bir yardım akışını sağlıyor mu? Çok şüpheliyim. Olan fakirlere, muhtaçlara oluyor. Ya bu konuyla ilgili sivil örgütler hiç kurulmuyor veya var olanlar suçlu muamelesi gördüğünden güçlenmiyor. Ve biz her Ramazan yardım arabaları, poşetleri peşinde koşan, gururu, izzet-i nefsi çiğnenen insan manzaraları seyrediyoruz. Acı olan nokta burası. Yapılmak istenen yardımları bile doğru dürüst muhtaçlara ulaştıramayan bir acz manzarası bu...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |