T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Üst Kurullar Cumhuriyeti'nde işsiz bir Başbakan

Türkiye'nin "bir devlet olarak" içeride ve dışarıda karşı karşıya bulunduğu sorunları düşünmek herkeste bir panik ve telaş yaratmıyorsa bardağın dolu tarafını görme modası hâlâ geçmemiş demektir. Bu yetmezse; sorunların üstesinden gelme pozisyonunun Ecevit tarafından işgal altında bulunması işin vahametini hatırlamaya kafi gelecektir. Böyle bir ülkenin önüne AB üyeliği, kalkınma, sosyal güvenlik reformu, eğitim hamlesi, mali-idari şeffaflık ve küçülme gibi yüksek hedefler koyması kara mizahtan başka bir şey değildir.

Hükümetin bunlara ulaşmak bir yana, sıradan bir hedefi tutturabilmesi bile eşyanın tabiatına aykırı bir hal almıştır.

Zaten Ecevit de bu gerçeğin anlaşılması için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Bakanlıklara yönelik yolsuzluk operasyonlarının jandarma tarafından yapılması karşısında "neden bunlar yapıyor anlayamadım" demişti. Bu sözlerden, kendi döneminde, kendi hükümetinin oylarıyla Meclis'ten "geçirtilen" 4422 sayılı Yasa'nın ne anlama geldiğini farkedemediği anlaşılıyordu. Afganistan operasyonu başlangıcında dış politikayı ne kadar idare ettiği de sık sık yaptığı gaflardan açıkça anlaşılıyordu. Hâlâ da anlaşılıyor! Önceki gün de Washington Büyükelçisi'nin resmi politikanın dışına taşan "Kanıt gösterilirse Irak'a kaşı tavrımızı değiştiririz" açıklaması için, "Ne maksatla böyle dedi bilmiyorum" sözlerini sarfetti.

Neyse ki Başbakanımız bilmediğini, haberdar olmadığını, yönetemediğini gizlemiyor. Grogi durumunda olması Ecevit'e; kah acizlik, kah dürüstlükten kaynaklanan bir güvenirlilik izafe etmemizi sağlıyor.

Olup bitenleri bizlerden gizleyemeyecek kadar şaşkın ve bitkin durumda olması, ülke gerçekleri konusunda hiç olmazsa bir fikir sahibi olmamızı sağlıyor.

Ancak bu gerçek, ülkenin içinde bulunduğu dramatik durumun değişmesine zerre kadar katkıda bulunmuyor. Türkiye'nin "koalisyon hükümeti tarafından yönetilemiyor" olması gerçekte yönetilmediği anlamına gelmiyor. Yönetiliyor hem de bal gibi; birilerinin istediği gibi tıkır tıkır yönetiliyor.

Ecevit'in önceki gün sarfettiği "Özerk kuruluşlara söz dinletemiyorum" sözleri bu durumun ilanıdır. Klasik özerklik tanımını aşan bir yasal güce sahip olan bu Bankacılık Denetleme Üst Kurulu, yani Telekomünikasyon Üst Kurulu, yani RTÜK gibi sayıları 10'u aşan bu "özerk kuruluşlar"; herbiri ülkenin çok önemli bir meselesi konusunda siyasal iktidarlardan daha fazla yetkiye sahip olan kurullardır.

Ecevit'in bu acz itirafından daha önemli olan; Başbakanlığı döneminde Türkiye'nin nasıl bir "Üst Kurullar Cumhuriyeti" haline geldiğini ve kendisine bu kurulları kurdurtan iradenin ülke yönetimini siyasetin elinden nasıl ustalıkla aldığını yeni farketmiş olmasıdır. Bu özerklik onlara, zaten başbakanlar söz geçiremesin, siyaset hesap soramasın diye verilmiştir.

Günaydın Sayın Başbakan!

Ve gözünaydın Türkiye! Nurtopu gibi bir "rejim"in oldu.

Bundan sonra finansmandan enerjiye, iletişimden tarıma kadar herhangi bir alanda ülke yönetiminde hak iradesinin tecelli etmesini isteyen olursa Meclis'e vekil değil, bu kurullara üye göndermenin yollarını araması gerekiyor.

Başbakan'ın içine düştüğü acınası durumun ardında bu gerçek yatmaktır. Türkiye'nin kaderine ilişkin kararlar, siyasetin elinden alınıp bürokrasiye teslim edilmiştir. Buna bir de siyasi ve bürokratik mekanizmayı kuşatan ve ülkenin iç ve dış bütün güvenlik sorunlarını tekeline almış bulunan Milli Güvenlik Kurulu da eklenirse tablo tamamlanır. Sözgelimi demokratikleşme çıtasının nereye konulacağı, Afganistan savaşında "Türkiye'nin çıkarlarına uygun olarak tavır alınması" gibi hususlar siyasal iktidarın değil MGK'nın uhdesindedir.

İşleri böyle parsellenmiş bir ülkenin Başbakanı hemen hemen işsiz sayılır.

Bu yüzden, asıl sorun hiçbir zaman Ecevit'in gitmesi ya da kalmasından ibaret değildir. Maalesef sorun bu kadar küçük değildir. Ecevit'in arkasında duran onu her hal-ü kârda kendisine rağmen koltukta tutan; koalisyon içindeki üç benzemezlik durumuna ve toplumsal tepkinin ayyuka varmasına rağmen hükümete arka veren "güç"te yatmaktadır.

Sorun, bu "güç"ün ülkeyi siyasetin kontrol ve denetiminden çıkarıp daha organik bir ilişkiyle kontrol edebileceği "bürokrasiye" teslim etmesindedir.

Başbakan'ın farkedemiyor olması, bize de bu gerçeği ıskalama lüksünü vermez.


27 Kasım 2001
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED