T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye mi, Avrupa mı; KKTC mi, AB mi?

Johns Hopkins Üniversitesi'nin Bologna Merkezi'nde Türk ve Yunan doktora öğrencilerinin düzenlediği "Türkiye ve Yunanistan" konulu iki günlük toplantı henüz bitmişti. Hep birlikte öğle yemeğine gidiliyordu. Avrupa Komisyonu'nun Brüksel'den gelen üst düzeydeki yetkilisi ile yanyana yürüyordum. Bana, Brüksel'in Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine ilişkin bakış açısını anlatıyordu. Öncelikli "pürüz"ün Kıbrıs olduğunu söyledi. "Ne insan hakları, ne ekonomi, ne şu ne bu" dedi, "Hiçbirşey Kıbrıs sorunundan daha öncelikle değil."

Benzeri bir değerlendirmeyi, bir hafta önce bambaşka bir çerçevede Cenevre'de katıldığım toplantıda da, Amerikalı ve Avrupalı uzmanlardan da işitmiştim. Sürpriz teşkil etmedi. Bunun böyle olduğunu, zaten biz de, bu konulara, ülkemizin geleceğine ilişkin kafa yoran bizler de biliyoruz ve farkındayız. Gelgelelim, Türkiye aylardır öylesine tartışma alanlarına saplandı ve "Avrupa perspektifleri"nden öylesine uzaklaştı ya da uzaklaştırıldı ki, "gündemin en hayati maddeleri"ni göremez halde.

Kıbrıs sorununun Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini etkileyebilecek en önemli konu olmasının; yani "Kopenhag kriterleri"ne uyumun bile önüne geçmesinin sebebi basit. Bu tümüyle "takvim" ile ilgili bir durum. Kıbrıs'ın uluslararası temsilini üstlenmiş konumdaki Rum Yönetimi ile AB arasında "tam üyelik" müzakereleri 2002 baharında tamamlanmak üzere. "Acquis Communataire" adı verilen uyum unsurları getirilmek üzere. Tek "sorun" olarak, "sorunun çözülmemiş" olması kalacak. Ama, bu, Kıbrıs ile AB arasında bir "sorun"un kalmadığını ifade edecek; AB ile Türkiye arasında bu yüzden bir "sorun" çıkacağı anlamına gelecek.

Türkiye'nin, kendisi dışarıda iken ve Kıbrıs sorunu çözüme bağlanmamışken oynayabildiği "tek koz", AB'yi "Kuzey Kıbrıs'ın ilhakı" ile tehdit etmesi. İsmail Cem'in iki hafta önce yaptığı gibi. Çünkü, Kıbrıs sorunu çözülmeden, eğer Rum tarafının temsilindeki Kıbrıs, AB'ye üye alınırsa; o takdirde Kıbrıs'taki "yeşil hat", AB ile Türkiye arasında bir "askeri sınır" haline gelecek. Ada'nın kuzeydeki bölümüne, "işgal altındaki AB toprağı" muamelesinin yapılması ihtimali var. Söz konusu toprağı elde bulunduran kim? AB'ye "aday üye" bir ülke. Yani, işler ve bu arada Türkiye'nin "Avrupa ufku"; Avrupa'nın Türkiye'yi de içine kadar "genişleme projesi" karmakarışık bir hal alacak.

Türkiye de zaten bu "caydırıcı" kozu oynuyor ve Kıbrıs sorunu çözülmeden, sakın Kıbrıs Rum tarafını üyeliğe kabul etmeyin, demeye getiriyor. Ne var ki, Türkiye'yi "aday üye" yapan Helsinki kararlarında (Aralık 1999), Kıbrıs'ın üyeliği için "önce çözüm" şartı ortadan kaldırılmıştı. Çözüm önerilmek ve özendirilmekle birlikte, "önce çözüm, sonra üyelik" denklemi ortadan kaldırılmış; eğer 2004'e dek çözüm sağlanamaz ise, üyelik için bunun bir ön şart olmasından vazgeçilmişti.

Türkiye, üç yıldır Rauf Denktaş'ın "iki egemen devletin konfederasyonu" şeklinde, kabul edilmeyeceği besbelli olan bir "çözüm önerisi"nin peşine düştü. Başka hiçbir politika üretmiyor. Oysa, Türkiye'nin neredeyse çeyrek yüzyıldır inatla savunduğu ve sahibi olduğu "iki kesimli, iki toplumlu federasyon" çözümü, BM Güvenlik Konseyi tarafından da benimsendi. Türkiye, kendi önerisini bir kenara bırakıp; "çözüm parametreleri"ni değiştirmeye kalkıp, Kıbrıs'ta "kendi ayağına ateş eden" bir görüntüye girdi.

Bu politikayla "çözüm"e varılması söz konusu değil. Ve, bu arada "takvim" işliyor; "takvim yaprakları" bir bir düşüyor. 2003 yılında, AB Dönem Başkanlığı'nı Yunanistan üstlenecek. Altı ay süreyle, AB'nin yeni üyelerinin belirlenmesinde rol oynayacak. Kıbrıs'ın, "ilk dalga yeni üyeler" arasında yer alacağı üzerinde hemen herkes hemfikir. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya ve Kıbrıs, yüzde yüz sayılıyor. Bunlara eklenecekler de olacak…

Kıbrıslı bir durumu, Yunanistan'ın başına yıkmamak için; Almanya Başbakanı Gerhard Schroeder'in 2002 sonuna dek, "yeni üyelerin açıklanması"na öncülük edeceğini öğrendik. Kıbrıs, 2002 sonuna doğru, AB üyesi olacağını bilebilecek duruma gelecek. Bu arada, 2003 Şubat'ında Kıbrıs Rum tarafında "Başkanlık seçimleri" yapılacak ve Klerides kesinlikle siyasi hayattan çekilecek. Yani, Kıbrıs Rum tarafı, her yönden bir "yenilenme hedefi"ne kilitlenmiş vaziyette.

Durumun idrakinde olan bir de Kıbrıs Türkleri var. O yüzden olsa, artan sayılarda Rum tarafından "Kıbrıs pasaportu" elde etmek başvurusunda bulunuyorlar. Yeni kuşaklar, artan sayılarda Ada'yı terkedip, öncelikle İngiltere'ye yerleşmeye bakıyor.

Yani?

Yani, Türkiye'nin izlediği "politikasızlık" veya "çözümsüzlük en iyi çözümdür" politikası şu amaçlara hizmet ediyor:

1. Kıbrıs Türkleri'ni, Rum tarafına itiyor.

2. Kıbrıs'ın Rum Yönetimi altında AB üyeliği ihtimalini yakınlaştırıyor.

3. Türkiye'yi Kıbrıs Türk toplumundan uzaklaştırıyor.

4. Türkiye'yi hem AB üyeliği hedefinden uzaklaştırıyor; hem de Avrupa'dan "tecrit edilme" ihtimali ile karşı karşıya bırakıyor.

Bunun adı "vatanseverlik" midir?

Ve, elinizi vicdanınıza koyup cevap verin: Namuslu bir halkoylaması yapılsa ve Kıbrıs Türk halkına; "Ya Türkiye tarafından ilhak edilmek; ya da birleşik bir Kıbrıs'ın parçası olarak AB ile birleşmek" sorusu sorulsa, ne sonuç çıkar?

Ve, Türkiye halkına şu sorulsa: "Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'ye katmak mı; Avrupa'yı Türkiye'ye katmak mı?"

Ne cevap çıkar?…


7 Mayıs 2001
Pazartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED