|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Taze bir haberle başlayalım: YÖK Başkanı Gürüz, Cumhurbaşkanı Sezer'in atadığı Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Fikri Canoruç'un "PKK sempatizanı" olduğu gerekçesiyle görevden alınmasını istemiş. Haberi dünkü Radikal'de okuyoruz. Habere dalınca anlıyoruz ki, YÖK Başkanı'nın Rektör Canoruç için kullandığı ifade daha da ağır: "PKK yandaşı." Tam "Güzel Türkiye"lik bir haber... YÖK Başkanı, Sezer'e yolladığı dosyada Canoruç yerine rektörlüğe "YÖK listesi"nde yer alan Prof. Mehmet Özaydın atansaydı bugün işlerin çok daha iyi yürütüleceğini de hatırlatıyor. Çünkü, aynı zamanda emekli bir albay olan Özaydın, bölgede ve üniversitede PKK ve Hizbullah'ın etkisini kırmak için mücadele veren birisiymiş. YÖK Başkanı, Rektör Canoruç'tan çok şikayetçi... Canoruç'un göreve başlamasının ardından üniversitede PKK faaliyetleri artmış. Ancak bu fevkalade can sıkıcı haberde herşeye rağmen "iyimser" kalmak isteyenler için de malzeme var. Gürüz'ün Prof. Canoruç hakkında ieri sürdüğü bu ithamlara YÖK'ün yeni üyeleri Prof. Çelikel, Prof. Işıklı, Prof. Sayalan ve Prof. Şenatalar "Ortada delil var mı?" diyerek karşı çıkmışlar. Gürüz'ün cevabı çok netmiş: "Elimizde istihbarat birimlerinin raporları var." (!) Ve yeni üyeler hep bir ağızdan: "Rivayetlerle bir rektör görevden alınamaz. Ortada delil yok. İnsanları PKK'lı ve irticacı diye damgalayıp bırakamazsınız." Sonuç tabii ki tahmin ettiğiniz gibi; "oy çokluğuyla kabul"... Siz şu kaynatılan "cadı kazanı"na bir bakın! YÖK Başkanı'nın "Elimizde irticacı kalmadı. PKK'lı verelim!" dercesine YÖK Başkanlığı'nın yanında savcılığa ve hâkimliğe heveslenmesine de bakın! Bir ülkenin üniversite hayatı için ne umut kırıcı bir hikaye bu böyle! Ülkenin üzerine çökmüş olan içi boş ve anlamsız "söylem" her alanda ve kademedeki yöneticilerin üzerinde öylesine etkili ki, YÖK Başkanı'nın haddini aşan bu girişimi karşısında görüşüne başvurulan Rektör Canoruç da şöyle konuşmuş: "Ama ben Güneydoğulu da değilim ki, böyle çamur atmak için gerekçe yapılsın. Ben yörüküm. Bundan da hep gurur duydum. YÖK Başkanı ya da yöneticisi gibi düşünmemek de suçlamak için yeterli olamaz. Atatürk ilkelerinden hiç ödün vermedim." Rektör'ün bu açıklamasına inanmamamız için ortada bir sebep yok. Ama inanın sizin gibi ben de anlıyamıyorum: Gürüz'ün yeni bir "cadı kazanı" kaynatmak için tutuşturduğu bu suçlamalara böyle mi, "bir yörük" olarak mı cevap verilmeliydi? Ülkenin üzerine çökmüş olan içi boş ve anlamsız "söylem"in kurşun gibi ağır olduğunu söylerken biraz da bunu söylemek istiyordum... 3 Mayıs tarihli Cumhuriyet'in manşetinde yer alan haberden Cumhuriyet okurlarının dışında kalan gazete okurlarının haberdar olmaları imkansızdı, çünkü başka hiçbir yerde yoktu... Gazete "Tazminata veda" diyordu. Hangi tazminata? Hangisi olacak, çalışanların aileleriyle birlikte milyonlarca kişiyi ilgilendiren "kıdem tazminatı"na... Cumhuriyet, tezgâhta olan "İşsizlik sigortası" tasarısıyla kıdem tazminatlarının bundan böyle yalnızca ölüm ve emeklilik halinde ödenmesinin öngörüldüğünü duyuruyordu. Gazete Petrol-İş Sendikası'nın konuya ilişkin bir açıklamasını da aktarmış. İçinizde belki (!) işçi vardır diye bu açıklamayı da aktarayayım: "Her şeyden önce kıdem ve ihbar tazminatları işten atmalarda işveren açısından caydırıcı bir nitelik de taşımaktadır. Böylesi bir yükü olmayan işveren istediği gibi işçi atacaktır." Bakalım gazetenizde çok sık karşılaştığınız Liberal Parti Başkanı bu gelişme üzerine ne açıklayacak... Milliyet'ten Sami Kohen 4 Mayıs tarihli yazısına şöyle başlamıştı: "Bütün dünya Başkan Bush'un önceki gün ortaya attığı 'bomba'yı konuşuyor... Her halde önümüzdeki günlerde ve haftalarda konu Washington'dan Moskova'ya, Brüksel'den Beijing'e kadar çeşitli merkezlerde çok tartışılacak." "İyi, iyi; bol bol tartışsınlar!" diyor ve şimdiden "Sevişmek oh ne hoştur/"Yıldız Savaşları" altında!" şarkısını mı mırıldanıyorsunuz, yoksa Türkiye'nin de nasipleneceği bu "Ulusal Füze Savunma Sistemi"nin bizi de yakından ilgilendirdiğini mi düşünüyorsunuz? Seçim sizin! Bu konuda Türk medyasından bir yardım bekliyorsanız, boşuna... Hem üşenmeyip oturup saydım; "bütün dünyanın konuştuğu" bu mesele Sami Kohen dışında sadece Hadi Uluengen (Hürriyet), Erdal Güven (Radikal), ve Murat Belge'nin (Radikal) ilgisini çekmişti. Bir de diyorsunuz ki, "Biz artık büyük bir Dünya Devleti'yiz"! "Benim gönlüm sarhoştur/"Yıldız Savaşları" altında/Sevişmek ah ne hoştur..."
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |