|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Alman gazeteci, işittiklerinden o kadar dehşete düşmüş olmalı ki, söz alıp, "Lûtfen" dedi, "Bu masanın etrafında oturan Türk meslektaşlar arasında tekele hizmet eden varsa hemen elini kaldırsın..." Şanlı şerefli medyamızın durumuyla ilgili değerlendirmeler, Alman gazeteciyi, isyanları oynamaya sevk etti. Bereket oturum başkanı deneyimliydi de, konu dal budak salmadan oracıkta kapatıldı. Antalya/Göynük'te 'geleceğin gazeteciliği' konusunu tartışırken Alman meslektaşlarla aramızdaki fark ortaya çıktı: Onlar internet gibi yeni kanallara, "Nasıl yararlanır, zararından nasıl korunurum?" sorularıyla yaklaşıyorlar; bizim için ise, internet, Sovyetler dönemindeki yeraltı gazeteleri (Samizdat) gibi bir şey... Merkez medyadan dışlanan fikirlerini aracısız muhatabına ulaştıracağı bir site açmaya koşuyor... Bir Alman dayanamayıp sordu: "Peki de, o kadar insan hiç ücret almadan nasıl mesai veriyor?" Bizim internet gazeteleri açısından çok yerinde bir soru. Çünkü, bir-ikisi hariç, internette çıkan gazeteler, hilâl-i ahmer yararına çalışıyorlar. Ne o siteyi açan para kazanabiliyor, ne de ona katkıda bulunan... 'Medya gözlemcisi' sitelerin ilki olan www.dorduncukuvvetmedya.com sözgelimi; dört ayrı televizyon kanalından ayrılmak zorunda kalan Ahmet Tezcan, programını internete taşıdı, iyi de yaptı. Medyadaki pek çok olumlu-olumsuz gelişmeyi, internet kullanıcıları, ondan takip ediyor. Ancak, Tezcan da, ona destek veren gençler de, bu işten tek kuruş kazanmıyor... Alman'ın kafası işte bunu almıyor. 'Birleşik Medya Ağı' (www.bia.org) adlı sitenin Avrupa Birliği'nden 18 aylık mâlî destek aldığını, kalabalık sayılabilecek bir kadroyla çalıştığını öğrenmek neşemizi yerine getirdi. 'Bia' adına seminere katılan Nazım Alpman, siteyle sadece haber vermediklerini, Anadolu'daki yerel yayıncılarla ciddi bir iletişim ağı oluşturmaya başladıklarını da söyledi. Seminerin yapıldığı Klykia Oteli yeni açılmış; kaldığım odanın muhtemelen ilk müşterisi bendim. Yeni olmasına rağmen hizmetler hiç aksamadı. Yaz sonuna kadar, hatta ölü aylarda bile, rezervasyonların dolu olduğunu öğrendim. Antalya Havaalanı yetkililerinden biri, "Mevsim iyi başladı; geçen yıla göre gelen turist sayısında yüzde 40 artış var" dedi bana. Yabancı ilgisi çevredeki otellerde de kendini hemen belli ediyor... Toplantıların yapıldığı salonun önünden geçen otel müşterileri halimize herhalde acımışlardır. Antalya daha şimdiden kavurucu sıcaklarla buluşmuş durumda; insanlar denizde rahatlıyorlar. Biz ise, sonunda Konrad Adanauer Vakfı Ankara temsilcisi Wulf Schönbohm'un "Hepinizi tebrik ederim; deniz oracıkta olduğu halde, kendinize hâkim oldunuz" övgüsüyle yetindik. Artık o da, bu sözleri, gerçekten bizleri övmek için mi söyledi, bilemiyorum... Alman vakfı Türkiye'de gazeteciliğin seviye kazanmasına katkıda bulunmak istiyor. Yıllardır, ısrarla, hem Türk-Alman gazeteciler buluşması gerçekleştiriyor, hem de yerel basınla toplantılar düzenliyor. Bir baktım, bu alanda yayınlara da başlamış. Bu yılki toplantıda sandalye komşum Paul Josef Raue'nin "Gazetecinin el kitabı" adlı eseri, sadece mesleğe yeni başlayanlar için değil bu işin emektarlarının da işine yarayacak bir temel kitap. (İsteme adresi: Konrad Adenauer Vakfı, Tel.: 312- 440 4080; Faks: 312- 441 2782; e-mail: kas@konrad.org.tr). Seminerin ikinci gününe ateş gibi düşen, medyada tekelleşmeyi hızlandırmaya yarayacak yasa değişikliğinin Meclis gündemine sokulduğu haberi oldu. Biraz önce, "Tekelci yapıda çalışmayı içine sindiren var mı aramızda, parmak kaldırsın" tepkisini veren Alman, yasa değişince durumun şimdikinden daha vahim hale geleceğini duyunca ne diyeceğini bilemedi. O sırada beraber olduğumuz bir Batılı diplomat, "Bu haber doğruysa, Avrupa Birliği'ne durumu anlatmanız çok zor" tespitinde bulundu. En çarpıcı cümle yine bir Alman gazeteciye aitti: "Sizin politikacılar, bir adamın eline bu kadar gücü vermekte yarıştıklarına göre, onlardan her şey beklenir..." Sadece biz gazeteciler düşmedik Alman meslektaşların gözünden, aramızda olmayan politikacılar da tanışmadıkları etkili gazeteciler tarafından küçümsendiler... Almanya'da, medyanın tekelleşmesine asla izin verilmiyor. Bir adamın veya şirketin, bir çok gazetesi, dergisi, televizyon kanalı, radyosu olması mümkün değil. Zaten, medya alanında çalışanların devletle iş yapması da yasak; ne ihale, ne de özelleştirme. Bir Alman meslektaşa, sırf denemek için, "Sizin patronun enerji dağıtım şebekesi var mı?" diye soracak oldum, sorumu anlamadı bile... En etkili gazeteleri Frankfurter Algemeine Zeitung zaten bir vakıf tarafından yayınlanıyor. Önceki yıllarda, Alman meslektaşlarla biraraya geldiğimizde, ortak kaygılar, ortak ilgiler gündemi belirlerdi; pek çok noktaya aynı açıdan baktığımızı fark ederdik. Bu defa, iki ülkenin aynı alanda çalışan insanları arasında, sanki aşılması imkânsız bir uçurum vardı. Bir Alman gazeteciyi, "Bu çarpık yapılanmanın Almanya'ya bakan yüzü var mı?" araştırmasına başlamış gördüm. Bakarsınız, bizim burada keşfedemediğimizi, Alman gazeteci, kendi ülkesindeki izleri takip ederek bizlere duyuruverir... Umarım, Almanya'da basılan Türk gazetelerinin ciddi bir açıkları yoktur...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |