T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeni oluşuma jakoben kimlik

Son günlerde özellikle FP içinde yaşanan yeni oluşum ve siyasi tartışmaların ekseninde gözle görülür bir kimlik tanımı/aidiyet sorunu yaşandığı gözlemleniyor. Tartışmaların hangi yönde evrileceği kestirilmeden önce, kendini 28 Şubat süreciyle özdeşleştiren çevrelerin bu tartışmalara yön vermeye hatta içteki tartışmaları ihtilaf zeminine taşımaya gayret ettiklerini görmemek mümkün değil. Özellikle FP içinde muhtemel şekillenmelerin, medyanın kadrosuz ideolog/filozoflarınca, merkez ilişkileri bakımından kendilerini nasıl konumlandırdıkları/tanımladıkları sorunu etrafında gündem oluşturulduğu, yönlendirildiği gözleniyor. Bu tartışmaların genelde Türk siyaseti özelde FP içi tartışmaların yoğunluk kazandığı günlerde ivme kazanması tesadüfi değil.

Oysa siyasette özne olmak gibi bir iddia taşıyorsanız birileriyle ilişkiye geçebilmek için kendiniz olmanız, kimlik ve aidiyet tanımını sağlıklı bir şekilde yapmanız gerekir. Bu tanımlama ve konumlamadan sonradır ki karşılıklı ilişkinin düzeyi, alacağı biçim tartışılabilsin.

Bu açıdan yaklaşılınca bu günlerde sıkça rastladığımız örneklerde olduğu gibi Türkiye'de, kendi ifadeleriyle siyasal İslam denilen deneyiminin başarısız ve dolayısıyle geçerliliğini yitirdiğini ilan edenler muhtemel oluşumlar için de kimlik tanımını kendileri yapmaktadır. Bu haliyle ilkel bir jakoben tavır, tekelci siyaset geleneği tüm yıldızlarına rağmen satır aralarında ortaya çıkıyor. Tekelci ideolojik siyaset sapkınlığı Türk modernleşmesinin baskın karakteri, gücü ve en büyük zaafı olduğu için, bu geleneğe sıkı sıkıya bağlı kalan medyanın kadrosuz ideologları İslam ve özgürlük taleplerini siyasete indirgeme/endeksleme kurnazlığına başvuruyorlar...

Bu anlamda tartışmaları yönlendiren, kendini Türk basının amiral gemisi (bu tanım bile ne kadar sivil ve ne kadar demokrat değil mi? Bir bilinç altı okuması olarak önemli bir gösterge) ilan eden gazetede, Türk elitinin tekelci, tahakkümcü ve bireye kimlik dayatıcı karakterinin yeni versiyonlarını ibretle takip ediyoruz.

Cüneyt Ülsever'in demokratik İslam kavramsallaştırma gayretine karşın Ertuğrul Özkök'ün Müslüman demokrat tanımını bile artık çok bulduğunu belirten yazısı yeni oluşumların merkez ilişkileri açısından hangi fikri ve ideolojik temellere yaslanmasının istendiği, dayatıldığı gözlemleniyor. Özetle İslamcılığın, siyasal İslamın bittiğini ilan eden "teorisyenlerimiz" demokrat İslam tanımını da fazla radikal ve tehlikeli buluyorlar. Özkök için (şimdilik) muhafazakar tanımının İslami duyarlılığa sahip kadroların siyasal çerçevelerini tanımlamak için yeterli sayılıyor. "İslamcılık yaptık da ne oldu" diyerek siyaset yapmaya icbar edilen eski "siyasal İslamcılar" bundan böyle muhafazakarlıkla yetinecekler. Çünkü "herhangi bir dini inanışa atıf yapan siyasi hareketlerin, sonunda ister istemez İslam'ı siyaset alanına çekeceğini düşünmeye" başlamış (kadrosuz) düşünürümüz. Artık sorun siyasal İslam olmaktan çıkmış; beylerin sorunu "herhangi bir dini inanç"la.

Özgürlüğü, inanç ve düşünce serbestisini siyasal pazarlık konusu yapan, aldığı tavizler karşısında alanı daraltan jakoben kaptanların vaatlerinde samimi olmaları beklenebilir mi? Türkiye bir yere varabilir mi?

Medyatik düşünürlerimizin özgürlükler bağlamında bu tavırlarının yeni olmadığı biliniyor. Bu kafanın Türkiye'nin batılılaşma ve modernleşme projeleri açısından bakıldığında nasıl insan, toplum ve siyaset modelini özlediklerini görmemek mümkün değil. Sorun, Türkiye'nin tıkandığı, ideolojik ve ahlaken siyasetin tükendiği bir kırılma anında siyaset yapacak insanların zihinsel olarak ifsat edilme tehlikesiyle yüz yüze olmalarında yatmaktadır. İslamcılıktan vaz geçerek (tanımı dayatılmış) Müslüman demokratlığa razı olarak merkez denilen tükenmiş elitler nezdinde meşruiyet konusunda ikna edilmeye çalışılan siyaset çizgisi adeta bir tuzak içine çekilmektedir.

Düne kadar "Müslüman demokrat"lığı lutfeden jakoben kafalar, bugün bunu da fazla bularak "her türlü dini inanca atıf yapmaya" bile tahammülü olmadığını ilan ediyor. Muhafazakarlığın çağdaş yorumu yeterliymiş. Ne olduğunu açıklamadığı çağdaş muhafazakarlığı tanımlasa da siyaset yapmayı düşünenler kendilerine biçilen siyasi kimliği öğrenmiş olsalar.

Türkiye'nin varoluşunu mümkün kılacak değerlere en fazla ihtiyaç duyduğu dönemde, bu hassasiyetleri taşıyan kitleler adına siyaset yapacakların bir kimlik kriziyle yola çıkmaları her şeyden önce Türkiye'nin kaybıdır. Ahlaki meşruiyetleri tartışmalı, tükenmiş seçkinler nezdinde siyasal meşruiyet arayışına girerek, buna endeksli stratejilerle Türkiye'nin önü açılamaz. Türkiye'nin iç ve uluslararası konjonktürü açısından geldiği noktada; ülkeyi bu duruma getiren, toplumun tarihi ve değerleriyle kavga halindeki seçkinlerin dayandıkları paradigmaların geçersizliğini ilan etmek bir zorunluluktur. Yol ayrımına gelmiş, ülkeyi tıkanma noktasına getirenlerin hala, sadece konumları ve ellerinde tuttukları güç nedeniyle, siyasi harita çiziyor olmaları bu ülkenin en büyük şanssızlığıdır.

Hayvan hakları adına, kurban kesimi nedeniyle Müslümanları suçlayan özgürlükçü kafanın Müslümanlar'ın iddialarından vaz geçmeleri karşılığında başörtüsü sorununun çözüleceği rüşvetine inanmak ve bu vaat üzerine siyaseti kurgulamak atılacak en yanlış adımdır.

Geçmişin değerlendirmesini sağlıklı yapamayanlar, yaşanan deneyimlerden ders çıkaramayanlar kendilerini zaafa uğratanlar tarafından tanımlanır, biçimlendirilirler.


29 Mayıs 2001
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED