T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kıbrıs yalanları!

Tayyip Erdoğan'a Avrupalı liderlerle yaptığı temasların özetini sormuştuk. "AB için, bütün olay Kıbrıs'ta düğümleniyor" demişti. Bu sözden sonra Türkiye için Kıbrıs sorununun ayrı, AB üyeliğinin ayrı şeyler olduğuna dair sıkıcı politikanın pratikte bir anlamı kalmıyor. Ne kadar aksini iddia etseniz de bu gerçek ortadayken, dış politikada bu iki elmayı farklı sepetlere koyamazsınız. Ayrıca, Türkiye'nin elindeki sepet sayısının da bir hayli sınırlı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Özellikle, AB üyeliği ve Kıbrıs, Ege, AGSP gibi çetrefilli konularla aynı anda uğraşırken böyle bir tavır, diplomatik lüksten başka birşey olamaz. Aynı sepette ve birbirini doğrudan ilgilendiren konularla uğraştığımızı bilmemiz gerekiyor. Bir de, Avrupa'nın "üyelik tarihi" gibi çok değerli bir hazineyi karşılıksız vereceğini ummanın hayalperestlik olduğunu...

Dolayısıyla, 12 Aralık'ta Kopenhag'ta hakkımızda verilecek karar ne olursa olsun, bunun Ada'da gerçekleşmesine yardım edeceğimiz çözüm ya da çözümsüzlükle doğrudan bir ilgisi olacaktır. Ayrıca, Kıbrıs sorunu sadece Kıbrıs sorunu değildir; ondan daha çok Ankara, Hakkari, Rize veya İstanbul sorunudur. Bunu bilmek gerekiyor. Şu halde, hem Ada'da hem de Anavatan'da şovenizm ya da vurdumduymazlık tuzaklarına düşmeden, sorunu sükunetle kavramamız mecburiyeti bulunuyor.

Annan Planı ile Kıbrıs'ta verilecek ve alınacakların ne olacağı ve bunların gelecekteki katma değerlerinin nereye varacağını herkesin bilmesi gerekir. "Şehitlerin kanı ile sulanmış toprak"lara hürmetimiz varsa, o şehitlerin torunlarının bu topraklarda rahat ve huzur içinde yaşamasına da saygılı olmak zorundayız. Aksi takdirde, nesiller geçecek ve Kıbrıs, fakir ve huzursuz bir ülke olarak giderek daha büyük bir çözümsüzlüğün adresi olacaktır.

Anan Planı'nın KKTC için son fırsat olduğunu iddia eden ve bu planın 12 Aralık'a kadar bizim elimizi güçlendirdiğini söyleyen güçlü bir ses var. Belki son fırsat, belki değil ama şurası kesin ki, bu çok önemli bir fırsattır. Hem Kıbrıs Türkleri, hem de AB'den bir ses bekleyen Türkiye Türkleri için...

Bu vesileyle, bazı yalanları da gerçeklerle tebdil etmek gerekiyor.

Türk tarafının, sahip olduğu toprakların bir bölümünü Rumlar'a devredecek olması dünyanın sonu değildir. Bunların verilebileceğini Denktaş ve Eroğlu dahil herkes biliyor; bunu bazen açıkça bazen de zımmen kabul ediyor. Türkiye için yüzde 36'dan yüzde 29'a, 28.6'ya düşmek bir kâbus senaryosu değildir. Bu durumda, ortaya çıkacak göç dalgası, yani güneyden kuzeye Rum geçişi elbette sancılı olacaktır. Verilen toprakların -sadece- iskan edilen bölümündeki Türkler için yeni bir yerleşim sorunu ortaya çıkacaktır. Ama, şunu unutmamak gerekir ki, sorun çözümsüz kaldığı müddetçe Ada'daki Türkler'in tamamı dünyanın gözünde statüsüz, bir nevi göçmen hatta işgalci muamelesi görecektir.

Plana göre, Türk kesimi birdenbire bir dolaşım ve ekonomik rekabete açılmaktadır ki bunun da zaten yıllardır ambargolar altında güdük kalmış KKTC ekonomisi için bir darbe olacağı ve hem üretimi hem de istihdamı derinden sarsacağı bir geçektir. Ya da Genelkurmay'ın, stratejik nedenlerle Karpaz kantonunun Rumlar'a bırakılmasını istememesi gibi noktalar var... Bunların hepsi müzakere ile aşılabilir. Yeter ki, masaya göstermelik değil, sorunu gerçekten çözmek niyetiyle oturan bir müzakerecimiz olsun. Yani Denktaş iyi niyetli bir müzakereci olabilsin; zihnindeki eski korkulara yenik düşmesin.

Çözüm olmazsa, Rum kesimi yıllık 17 bin dolar milli gelirle yaşarken Türkler, 2 bin 500 dolara talim edecek, üretemeyen, rekabet edemeyen, gelişemeyen ve en kötüsü, hep böyle kalacağı besbelli bir toplum olarak yaşamaya mahkum olacaklardır.

Tek kahramanları Rauf Denktaş olan, 200 bin kişi içinde ikinci bir ismin dünya tarafından tanınmadığı, adaletsizlik ve hatta yolsuzluklarla anılan bir yönetimin gölgesinde yaşayan adanın, silkinince neler yapabileceğini anlamak için tel örgünün öte tarafına Rum Kesimi'ne bakmak yeterlidir. Çözüm, Türkler'e bu yolu açacaktır. Bu yol hem onların Rumlar'la birlikte 12 Aralık'ta AB'ye girmesi, hem de bize aynı güzergahın açılmasıdır.

Kıbrıs'ın Türk halkının vergileriyle finanse edilen müzmin bir sorun olarak daha fazla tolerans görebilmesi mümkün değildir. Bu hal zaten akla ve mantığa da uygun değildir. Çözüm müzakerededir ve dürüst bir müzakere hem Kıbrıs'ın, hem de Türkiye'nin önünü açacaktır.


3 Aralık 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED