|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bana gelen televizyona çıkma dâvetlerinden birini kabul ediyorsam, en az bir diğerine nezaketle "Hayır" diyorum. Kavgalı-dövüşlü programlara, sevmediğim kişilerle yanyana durmam gerekenlere asla adım atmıyorum. Bir dostum, buna rağmen, yüzümü eskittiğim görüşünde. Konuyu gündemime taşıyan bir Ak Parti seçmeninin rahatsızlık ifade eden mesajı oldu. "Izdırabıma belki köşenizde dokunursunuz" demesi dikkatimi çekti. Belli ki, Başbakan Abdullah Gül'ün, geçen hafta, öğrenciler önünde 'düzeysiz sorulara muhatap oluşu' rahatsızlığını büyütmüş okurun. Hani, Yavuz Donat'a, "Müthiş yorgundum" dediği Bilkent'te yapılan 'Siyaset Meydanı' programı... Şöyle diyor okur: "Ak Parti yetkililerinin hemen hergün birkaç kanalda düzeyli-düzeysiz bir çok gazeteci karşısında ezilip büzülerek yumuşak ve yuvarlak görüntüler sergilemelerini içimize sindiremiyoruz. Tamam, kendilerini ifade etmelerine kimsenin itirazı yok, ama tadını kaçırmasınlar." Ak Partili yöneticilerin, bakanların bir an önce çözüme kavuşturmaları gereken bir konu bu. Eğer ekran tutkuları devam ederse, bir süre sonra fazla ciddiye alınmaz hale geleceklerinden endişeliyim. Hiç kimse, saatler boyu konuşacak ilginç fikri hergün bulamaz çünkü... Televizyonda yürüttüğü 'dördüncü kuvvet medya' başlıklı çalışmasını internette sürdüren Ahmet Tezcan, son yazılarından birinde, aramızdaki eski bir konuşmayı hatırlatıyor. 1999 seçimlerinin hemen ertesinde, milletvekili seçilen üç gazetecinin konuk olarak çıktığı Kanal 6 televizyonundaki programa ben de katılmıştım. Tezcan, Bülent Ecevit ve Devlet Bahçeli'nin 'mesafeli' kişiliklerinden hareketle, "Bu iki liderin gündemi belirleyeceği önümüzdeki günlerde, artık o cıvık medya-siyaset ilişkisi herhalde olmaz" görüşünü bana da teyit ettirmek istemişti. Bugün yazdığına göre, sarf ettiğim şu sözler o akşam Ahmet Tezcan'ın canını sıkmış: "Medya, bütün iktidarlara her zaman câzip gelmiştir ve her iktidar en çok bir yıl içinde medya ile sıcak ilişkiler geliştirmiştir. Yine böyle olacağını tahmin ediyorum." Haklı çıktığımı "İktidar, medya ile öyle çarpık ilişkiler geliştirdi ki, bu 'ensest' ilişkiden RTÜK Yasası'nda değişiklik gibi hilkat garibesi doğdu" cümlesiyle teslim eden Ahmet Tezcan, "Acaba soruyu AKP iktidarı için sorsam yine aynı cevabı verir mi?" demeden geçememiş... Onun merak ettiği soru, Necmettin Erbakan'ın Kanal D'de, Başbakan Abdullah Gül'ün Siyaset Meydanı'nda konuştuğu saatlerde katıldığım TV-8'deki 'Yüksek Siyaset' programında Haluk Şahin tarafından bana yöneltildi. İzlemiş olanlar cevabımı hatırlayacaklardır: "Eğer, Ak Parti yetkililerinin, bakanların kanal kanal dolaşmaları veya gazetelere lâf yetiştirmeleri bir ay daha bu tempoda devam edecek olursa, hiç kuşkunuz olmasın, medya bu iktidarı da teslim alacaktır..." Önce halkı bilgilendirmek amacıyla başlayan ilişki bir süre sonra alışkanlığa dönüşür, aynı tempoyu sürdürmek için bir tarafın ötekine sürekli tâviz vermesi gerekir. Cumhurbaşkanı Sezer'in vetosu üzerine ikinci kez ısrar edilen, Anayasa Mahkemesi'nin bazı maddeleri hakkında derhal tedbir kararı aldığı o gudubet RTÜK Yasası hangi arka-planda çıkartıldı sanıyorsunuz? Başka her şeyi bir tarafa bırakıp şu nokta üzerinde düşünün: ABD'de üç tane ulusal kanal var, İngiltere'de ise dört tane; peki bizde tam 16 ulusal kanal olmasının sebebi ne olabilir? Bazısı doğru dürüst reklâm da almadığı halde patronları tarafından inatla yayınları sürdürülen bu kanallar niçin var? Siyasilerin kamuoyunu aydınlatma görevlerini görmezden geliyor değilim; hayır, başbakan, bakanlar, üst düzey bürokratlar yaptıkları çalışmalarla ilgili olarak halkı bilgilendirmelidir. Sağlıklı bilgiler her zaman ilk ağızdan verilen bilgilerdir. Başbakan da, bakanları da tabii televizyona çıkacak, elbette sorulara cevap verecek... Bu noktada soru şu: Hangi televizyonlara, kimin sorularına? Turgut Özal çok kanallı televizyon düzeninin başlarına yetişti, ömrü vefa edip bugünlere siyasetçi olarak gelebilseydi ne yapardı, bilemem. Ancak, sağlığında, kendisine epey yarayan bir medya politikası izlediğinin farkındayım. O düzenin basit ilkeleri vardı. Herkesi bilgilendirmek gerektiğinde, Turgut Bey, bir basın toplantısı düzenler, katılan gazetecilerin konuyla ilgili sorularına açık-seçik cevap verirdi. Benzer bir açılımı da iç ve dış geziler sırasında sergilerdi. O kadar. Bu yüzden her kanal tarafından zorunlu olarak yansıtılan aylık 'İcraatın içinden' programını "Acaba ne söyleyecek?" diye herkes merakla beklerdi... İktidar mensupları gerekli-gereksiz o kadar çok konuşuyorlar ki, 'İcraatın içinden' programı çekseler, ne söyleneceği merak edilmeyeceği için, kimsenin izleyeceğini sanmam. Oysa, başarının bir miktarı da 'merak' unsuruyla yakından ilgilidir. Başbakan Gül, karakterini bildiğim için kaydediyorum, büyük ihtimalle, ekrana çıkmaktan çok hoşlandığı için değil başvuranlara "Hayır" diyemediğinden her programa katılıyor. O çıktıkça, bakanları da, "Herhalde mahzuru yok" diye düşünüyor, hatta görev biliyor olmalı. Böyle böyle, korkarım, Ahmet Tezcan'ın bir kez daha hayıflanmasına sebep olacaklar... Bu iktidar medya ile ilişkilerde mâkul bir yöntem bulmak zorunda.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |