|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye son yıllarının en kritik haftasına giriyor. Kopenhag Zirvesi'nde verilecek karar ülkenin izleyeceği güzergahı ana hatlarıyla tespit edecek., Aslına bakılırsa bu karar da bu güzergah da şimdiden belli… En kötü ihtimalle elde Almanya ve Fransa'nın önerdikleri 2005 tarihi var. Bu, üç yıl içinde Türkiye'nin AB ile müzakerelere başlaması demek. 2004 yılındaki gözden geçirme de dikkate alınacak olursa ülkenin bu süre içinde tüm enerjisini tarihin ertelenmemesi için sarfetmesi demek… Elbette 2005 yılı Türkiye için daha zor olacak. O tarihte o kararı 15 üyeli değil 25 üyeli AB verecek. Kıbrıs sorununun çözülmesi için hükümete gereken, meşruiyeti ifade eden AB ivmesi devreden çıkacak, Kıbrıs meselesinde aksi gidiş işleri zorlaştıracak. Elbette 2005 hedefinden daha iyi bekleniyordu, hâlâ daha iyisi umut ediliyor. Tayyip Erdoğan'ın Bush ile görüşmesi, bu görüşmenin ardından ABD'nin daha etkin bir şekilde devreye girmesiyle müzakere tarihinin daha erken çekilebileceği umut ediliyor. İngiltere'nin, İspanya ve İtalya'nın tavırlarıyla Kopenhag'da dengelerin terse dönmesi bekleniyor. Bunlar mümkün, ancak yine de bu beklentileri gerçek sanmanın bir anlamı yok. Türkiye için 2005 bile olsa bir tarihin telaffuz edilmesi önemlidir. Bir süredir altını çiziyoruz. Türkiye'nin AB öyküsü tek boyutlu bir öykü değil. Türkiye'nin üzerine düşenleri yerine getirmesiyle otomatik olarak gerçekleşecek bir durum değil. Sadece ABD'nin tavrıyla şekillenen, bu ülkenin "NATO sınırları ve AB sınırları aynı olmalıdır", "Türkiye mutlaka AB'de yer almalıdır" politikasıyla nihayete erecek kadar sıradan bir durum da değil. Ne var ki, kamuoyu bu soruna basının da katkılarıyla başını kuma gömmüş bir şekilde yaklaşıyor. Tartışma sadece Kopenhag kriterlerine kilitleniyor. Avrupa ülkelerindeki hareketler, AB içindeki gerginlikler, sorunlar Türkiye'ye hiç yansımıyor. Oysa Türkiye Avrupa için "büyük bir lokma"… Her şeyden önce Türkiye nüfusuyla, kültürel kimliğiyle, ekonomik sorunlarıyla, üyeliğinin yaratacağı ekonomik maliyetle AB'nin tartışmalı genişleme politikası açısından büyük bir lokma… Avrupa kimliğinin Avrupa içindeki tartışması açısından dikketa alındığında da Türkiye büyük lokma… Nitekim üyelik için tarih söz konusu olduğu andan itibaren Avrupa'da başlayan Avrupa kimliği tartışması dışlayıcı da olsa, yanlı da olsa bir gerçek. Böyle bir tartışmayı Türkiye'nin AB üyeliğinin harekete geçirmiş olması ve bunun anlamı hiçbir şekilde hafife alınamaz ve sadece Türkiye düşmanlığıyla geçiştirilemez. Örneğin Fransa'da Gisgard d'Estaing'in "Türkiye bir Avrupa ülkesi değildir" açıklamasından sonra sanki bir tabu yıkılmış ve yasak olan artık rahatça konuşulmaya başlamış gibi her siyasi partide, her çevrede yükselen Türkiye karşıtlığı, daha doğrusu Türkiye'nin AB üyeliğine karşıtlık öyle pek görmezden gelinecek gibi değil. Sosyalist hareketin entelektüel rampalarından birini oluşturan Nouvel Observateur dergisinin editörü Jacques Juillard'ın, Türkiye'nin üyeliğine açık cephe alması, bu tutumdan hareketle "Avrupa, kimliğinin ne olacağına karar verme hakkına sahip olmayan tek diyar mıdır" sorusunu sorması birçok Fransız için bile yeni bir gelişme… Almanya'da, Hollanda'da, Belçika'da durum farklı değil. Parodi'nin "Avrupa kimliği ve genişlemesi bir referandum konusu olmalıdır, ABD'nin AB'yi yönledirme gayretleri kabul edilebilir düzeyi aşıyor" sözleri İtalya'da yaşanan benzer tartışmalara bir örnek... Evet, Türkiye bu açıdan da, yani AB-ABD ilişkileri, daha da öte oluşmakta olan yeni uluslararası güç dengeleri açısından da büyük bir lokma… 11 Eylül sonrasında, İngiltere bir yana konulacak olursa, AB ile ABD arasındaki mesafe her geçen gün açılıyor ve bu mesafe Almanya ve Fransa'nın başını çektiği bir rekabet ilişkisine dönüşüyor. AB'nin önde gelen ülkeleri Irak meselesinden Türkiye'ye bir- çok konuda ABD'nin hegemonyacı tavrına karşı çıkıyor, farklı tavır alıyor, bunu nedenleriyle açıkça ilan ediyor. Türkiye işte bu itişmenin tam ortasında yer alıyor. AB üyesi olacak bir Türkiye'nin bu birlik içinde ABD'nin etkinliğini arttırması ihtimali üyeliğine yönelik, henüz itiraz düzeyinde olmasa bile kaygıların bir bölümünü oluşturuyor. Durum açık: Oyunda çok sayıda oyuncu ve tarihi, ekonomik, politik çok sayıda faktör var, Türkiye ise bunların ortasında hem bağımsız hem bağımlı bir değişken… Daha iyisinin olacağını umalım ve bunun için gayret gösterelim; ama bilelim ki bu koşullarda 2005 tarihi ve ifade ettikleri hafife alınamaz…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |