|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Selefi Tuncay Özkan'ın Show TV'ye transfer olmasıyla Aydın Doğan tarafından Kanal D Haber Merkezi'nin başına getirilen Fatih Altaylı, yaşadıklarını ilk kez Yeni Şafak'a anlattı.
RÖPORTAJ: ALİ MURAT GÜVEN
İkisi de... Hattâ, başka Fatih Altaylılar da var. Sabah radyo programı yapan, evde çocuğuyla oynayan ve daha bir sürü cephesi olan bir adam. Ben hayatının her anında standart davranışlar sergileyen biri değilim. Aslında "Teke Tek" de eskiden benim köşeme yakın üslûpta bir programdı; yani daha sertti. Ancak, zaman içinde o tarzdan vazgeçtim. Çünkü, ülkemizde demokrasinin son on yıl içinde çok ciddi bir olgunluk sınavından geçtiğine inanıyorum. Doğrusu artık bu kavga kültüründen uzaklaşıp, biraz daha "tartışma kültürü"ne gelmek istedim. Buna kimileri "döndü" diyor. Ben ise buna "olgunlaşmak" diyorum. "Siyasilerle ilişkilerimi son derece sınırladım" Yakın zamana kadar sadece "Teke Tek" ve köşeniz vardı. Şimdi stratejik bir görevdesiniz. Hiç "Ben ne halt ettim de başıma bu derdi sardım" dediniz mi? İşin gerçeği, Aydın Bey bana bu görevi önerdiğinde ilk önce kabul etmedim. Ama kendisi "Fatih" dedi, "Artık dışarıdan transferler dönemini kapatıp içimizden birilerini yönetici yapma zamanı geldi. Senden bu görevi kabul etmeni özellikle rica ediyorum." Ben de kabul ettim. Bu görevden sonra hayatımda özellikle şu değişti: Eskiden siyasetçilerle daha fazla temastaydım. Göreve geldikten sonra ise araya mesafe koydum. Çünkü bu sakıncalı ve geçmişte burada böyle bir yapı oluşmuştu. Yani, Kanal D'de yıllar süren ANAP hakimiyeti tamamen Tuncay Özkan'dan kaynaklanan bir durumdu, öyle mi? Kesinlikle. Biz gelir gelmez bunu ortadan kaldırdık. Bugün parlamentodaki temsil oranlarına uygun habercilik yapıyoruz, her siyasî düşünceye de uygun sürelerle yer veriyoruz. Ankara haberlerine büyük bir ciddiyet getirdik. Ama, rating mücadelesi bu kadar tarafsızlığı kaldırmıyor. İşler iyi gitmediğinde "patron baskısı" oluyor mu? Haber, bir vitrin olduğu için, rating kaygısı güdüyorsunuz. Ama herşeye rağmen temel kriterlerimizden ödün vermeyeceğiz. Rezillik yapanlar bizden daha iyi rating alamıyor. Reha Muhtar buna örnek. Eskiden TV'ler 19.30'da haber bülteni yapardı. Kanal D başarılı olunca iki kanal, Star ve Show 19.00'a kaçtılar. Reha Muhtar'ın 19.30'daki show'u bizi ve ATV'yi geçemiyor. Sizce, Türkiye'deki reklâm pastasının küçüklüğü, medyanın "zorunlu iktidar yalakalağına" itilişinin ana sebebi olabilir mi? Vallahi, yalakalık da bir noktadan sonra yürümüyor. İktidara yalakalık yapıyorsunuz, ama yine batıyorsunuz. Mesela Sabah'ın bir dönem yaptığı buydu. Aydın Bey'in prensibi var. Kârlı olmayan hiç bir kuruluşu elinde tutmuyor. Mesela Tuncay Özkan burada 125 kişiyle çalışıyordu, haber merkezinde şimdi 65 kişi var. Biz kârlı olursak patron bize dokunmaz. Ben beş aydır Aydın Bey ile iki kere telefonla konuştum, iki kere de yüzünü gördüm. Hepsi bu. "Dinci basın" meselesi Yıllardır medyanın bir bölümü diğerine "dinci basın", öteki de bu taraftakine "liboş medya" diyor. Bu üslûp bugünlerde biraz durulmakla birlikte, bazı yazarlar düzeyinde geçerli... Evet, tarif ettiğiniz o tiplerden hâlâ var. Açık söyleyeyim, aynı meslekten insanların birbirlerine karşı bu denli husumet beslemelerini doğru bulmuyorum. Bu konuda Fatih Altaylı olarak benim de geçmişte bazı şahsî hatalarım olmuştur. Ama hepimiz zaman içinde gelişiyoruz. Sizin de örnek aldığınız Batı medyasında bu denli belden aşağı vurulan kavgalara pek tanık olunmuyor. Yok böyle şeyler orada! Ben seçimle işbaşına gelen AK Parti iktidarına güvenmek istiyorum. En azından her iktidara güvendiğim kadar. Diyorlar ki onlar Ak Parti! Yahu Ak Parti Mak Parti! Ak Parti'nin bir dönemin ANAP'ından ne farkı var? Üstelik bizler o günlerde bugünkü kadar alarm durumunda da değildik. Ama hiç kızmaca yok, ben aynı tavırları muhafazakâr medyada da görüyorum. Merak etmeyin, biz Yeni Şafak'çılar öyle kolay kızmayız. Biliyorum, o yüzden de Yeni Şafak'ın yeri ayrı. Her sabah işe gelince ilk olarak göz attığım bir-iki gazete arasındadır Yeni Şafak. Eskiden bir partiye yakındık Yürürlüğe koyduğumuz bu yeni habercilik ilkelerinin, yaptığımız yayıncılıkta da hemen farkedildiğini düşünüyorum. Ben bu kanalın başına geçeli beş ay oldu. Bu süre zarfında Kanal D Haber'i tarafsız bir çizgiye çektik. Artık bütün siyasî partilere eşit mesafedeyiz. Eskiden burası bir siyasî partiye çok daha yakın duruyordu. Ama altını çizerek söylüyorum, bu bir patron talebi değil, bir yönetici tercihiydi. Kabul edilebilir bir rating için... -"Kabul edilebilir bir ratingin peşindeyim" dediniz. Bu oran, bir işadamı olarak Aydın Bey'e yetecek mi? Kendisi Kanal D'deki bu gidişâta ne diyor? - Aydın Bey bana bu görevi teklif ettiğinde, benim ilk sözüm, "Beyefendi, ben bu rating konusunda çok fazla deneyim sahibi bir insan değilim. Ben size sizi utandırmayacak bir habercilik anlayışının garantisini verebilirim, ama bunun yüksek rating alacağının garantisini ise veremem" oldu. O da "Bu tam benim istediğim şey" dedi. Ancak, takip ettiğimiz yayıncılık anlayışı bizi kısa sürede birinciliğe taşıdı. Bu reklâm pastası bu medyayı taşımaz
Türkiye'deki reklâm potansiyeli TV ve radyo kuruluşlarını taşımıyor. Bugün mesela Almanya'da bir TV'nin yıllık reklâm geliri, Türkiye'deki bütün TV'lerin gelirlerinin iki buçuk misli civarında. Ülkemizde bu yıl beklenen toplam reklâm harcaması 700 milyon dolar olacak. Bunun da yarısı yazılı basına, yarısı ise TV'lere gidiyor. Bir kere kaliteli bir TV'nin yıllık gideri 35 milyon dolardan aşağı değil. Bu da rekabetin yoğun olmadığı yıllar için geçerli. Mesela, geçen yılki rekabet ortamında aylık masraf 5,5-6 milyon doları buluyordu. Böyle bir durumda da bir TV yılda 60 milyon dolar harcamak zorunda kalıyor. Şimdi Türkiye'de 16 ulusal TV var. Bunlara yıllık 350 milyon dolar civarında bir gelir kalıyor. Bundan bir de reklâm getiren ajansların yüzde 20 komisyonlarını düşün. Geriye kalan yıllık pay, gerçekte bir TV'nin aylık masrafına yetmez.
|
|
|
|
|
|
|
|