T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R
Ulubatlı Hasan belgelerde değil, muhayyilemizde yaşıyor!

Türk kültürünün aktarımının şifahi geleneğe dayandığı bilinmektedir. Artık geçmişte kalan bu tutumun kendi şartları içerisinde olumlu yanları gözardı edilmemelidir. Yeryüzündeki her topluluk gibi Türk milleti de beşeri hafızasını efsanelere, destani kahramanlara dayandırmakta idi. Belki de hayal ürünü olan bu efsanevi kahramanlıkların manevi hazzı ile ruhunu doyurmakta idi. (OğuzKağan Destanı, Ergenekon Destanı, Dede Korkut Hikâyeleri) gibi.

İnsan ruhunun kahramanlıklara ihtiyacı vardır. Aklının ise bilgiye. Hakikatte yapamayacağı işleri hayalinde yaptırır. İşte bu düşüncelerin neticesinde efsaneler doğar. Toplumların ruhî arayışlarını hesaba katmayan tarihçiler sunumlarını akli melekelere dayandırmakta, buna karşın "muhayyel" olanla kafayı bozmaktadırlar.

Güçlü milletlerin hafızası, tarihin olumsuz yanlarını olumlayarak bilinçaltından moral takviyesi yapar ve bu suretle ayakta kalmayı sürdürür. Biz buna tarihsel şuur diyoruz. Yani, bir meyvenin insan vücudundaki etkisine benzer bir biçimde tarihsel şuurun toplumların ruhunu beslediğini ve teferruat bilgilerin oluşturduğu posayı önemsemediğini iddia ediyoruz. Bununla birlikte görülüyor ki bu posa da boşa gitmemektedir ve fetişist tarihçilerin ilgisini çekmektedir.

Destanları olan milletler güçlü toplumlardır!

Şunu ilave edebiliriz ki, tarih inşa etmek elbette ki belgeye dayanmalıdır. Ancak, tarih dediğimiz şeyin, sadece araştırma metinlerinden ibaret olmadığını da görmeliyiz. Tarihe, daha esnek yaklaşarak, toplumsal hafızada yer etmiş efsanevi kahramanlara hoşgörü ile bakmak, tarih kavramının anlamı konusunda kafa yormanın gereğidir. Bu yaklaşımın belki de milletleri yücelttiği bile ileri sürülebilir. Nitekim, tarihte en uzun süre ayakta kalmış olan Roma İmparatorluğu'nun menşei bir efsaneler silsilesine dayanmaktadır. Romalı tarihçiler, anlatılarında (gesta populi romanı) Roma efsanelerine gönderme yaparlar ve bu anlatılarda neyin gerçek neyin efsane olduğunu seçmek hayli zordur. Romalı tarihçilerin anlatımları Roma Devleti'nin büyüklüğüne halel getirmemiş, bilakis belki de desteklemiştir.

Ulubatlı Hasan neyi temsil eder?

"İstanbul'un Fethi" gerçekleşmeseydi, Ulubatlı Hasan Destanı diye bir şey olmazdı. Bu destanı bize, bu muazzam hadise armağan etmiştir. Ulubatlı'ya dikkatlice bakalım, temsil ettiği şeylerin hangisi bizi rahatsız eder? Hiçbirisi tabii: Cesaret, kahramanlık, atılganlık, kuvvet, fedakârlık, bayrak, şehadet, Türklük, Müslümanlık... Bu profili, bir Bizanslı mı çizmiş? Bu olumlu özelliklerin arasına acaba göremediğimiz zararlı unsurlar da koymuş mudur? Yoksa, bu sahte olduğu ileri sürülen tarihçinin gözündeki millet, Ulubatlı Hasan'la mı temsil edilmiştir? Değilse, Ulubatlı neyi temsil etmiştir?

Sonsöz...

Sonsöz olarak şunu söyleyebiliriz ki, destanlar ve destani kahramanlar da tarihin konusu olabilmelidir. Bu kahramanlar, belgelere girmemişlerse de milli hafızaya girmişlerdir. Onları oradan çıkarıp atmak mümkün değildir. Milli hislerimize uygun olan destanî rivayetlerin de tarihimizin bir parçası olduğu yadırganmamalıdır. Bu, Sahte Francis'in uydurduğu bir anlatı olsa da.. Bir millet, aynı zamanda adını destanlarıyla da duyurur. Bu bağlamda Ulubatlı Hasan, hakikatte hiç yaşamamış bile olsa artık toplumsal hafızamızın bir ürünüdür ve o destanî bir kahraman olarak oradaki yerini korumaya devam edecektir.

  • HALİL İBRAHİM GÖK



  • 10 Aralık 2002
    Salı
     
    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED