T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Medeniyetler çatışması

Türkiye, Avrupa Birliği'nden alınacak takvime kilitlendi. Schröder ve Chirac'ın, 1 Temmuz 2005'te müzakere başlasın teklifi, hiç tatmin edici değil. Bugüne kadar, Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı veto hakkını kullanması, bizim de Kopenhag kriterlerinin gereğini yerine getirmeyip, verilen sözleri tutmamamız, Avrupa'yı rahatlatıyordu.

Ama Yunanistan, Türkiye karşısında vetosunu kaldırdı.

Türkiye, önce 3 Ağustos'ta bir dizi kanunda değişiklik yaptı. 12 Aralık'a kadar noksan kalanları düzeltmeye çalışıyor. (Bu arada Cumhurbaşkanı'nın vetosuna uğrar endişesiyle paket ikiye bölündü. İkinci bölümde kalan, üniversite talebelerine af ve yeniden yargılanmaya ilişkin düzenlemeler de, hemen bu hafta Meclis'e sevkediliyor. Böylece Milli Güvenlik Kurulu'nda dile getirilen uyarılar, pek dikkate alınmamış oldu. Kürtçe eğitim için dilekçe veren gençlerle, başörtüsü yüzünden cezaya çarptırılan genç kızlar af ediliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararı doğrultusunda, Leyla Zana ve arkadaşları, askerî hâkimin bulunmadığı bir mahkemede yeniden yargılanma hakkına kavuşuyor.)

Yıllardan beri, Batı dünyası, ilk defa istikrarlı ve kalıcı bir hükûmeti, karşısında ciddi bir muhatap olarak görüyor. "Hasta adam" artık umut vaad ediyor.

Güven

Tarihe bir bakın: İflâh olmayacak bir ülke izlenimi doğduğu için, büyük devletlerin Osmanlı'yı paylaşma arzu ve iştahları kabarmıştır. Ama, imparatorluk umut vaad etseydi, o takdirde, hesaplar daha dostane çizgiler içinde kalır, kimse Osmanlı devletinin yıkıntılarından kendisine yeni egemenlik sahaları çıkarma hayaline kapılmadı. Osmanlı'dan arta kalanlarla değil bizzat Osmanlı devleti ile ittifak kurma tercih edilirdi.

Şimdi, Türkiye'nin "Dikine durabileceği" anlaşılmıştır. AK Parti iktidarı ve Tayyip Erdoğan, Batı âlemine taze bir güven aşılamıştır.

Şu anda Avrupa, değişen dengelerin şokunu yaşıyor. Öyle ya! Yunanistan karşı çıkmıyor, tam tersine Türkiye'yi destekliyor. Türkiye her türlü yasal ve anayasal değişikliğe hazır olduğunu belirtiyor. Bu hedefin arkasına bütün siyasi iradesini ve enerjisini koyuyor.

Avrupa'nın elinde, Türkiye'yi Bulgaristan ve Romanya'nın gerisinde bırakacak mazereti kalmadı.

Tayyip Erdoğan haklı: 12 Aralık, Avrupa Birliği'nin samimiyetini ölçüldüğü bir tarih olacak.

Takvim tartışması

Türkiye, Fransa ve Almanya'nın teklifini (Müzakerelerin 1 Temmuz 2005'te başlaması, buna ilişkin kararın 2004 yılının Aralık ayında alınmasını) kabul edemez. Her şeyden önce Avrupa Birliği üyelerinin sayısı, Mayıs 2004'te, 15 'ten, 25e çıkıyor. Müzakere takvimi almak için 15 ülkeyi ikna etmeye çalışıyorduk; gecikilirse (Aralık 2004'e ertelenirse) muhatabımız 25 ülke olacak.

Demek müzakerelerin başlangıç tarihinin, Mayıs 2004'ten önce kararlaştırılması hatta, müzakerelere Mayıs 2004'ten önce başlanması şart. Hükûmet, müzakerelere 2003 yılında başlanmasını talep ediyor; 12 Aralık'ta kesin müzakere takvimi almayı umuyor.

Bir de ara yol var: Mayıs 2003'te gerçekleşecek Selânik zirvesinde, 2004 yılı Ocak ayının, müzakerelerin başlangıç tarihi olarak ilân edileceği, Kopenhag'ta karara bağlanabilir. Veyahut, müzakerelere, Selânik zirvesinde başlanacağı söylenebilir.

* * *

Aslında "Üyelik müzakereleri 2003'te başlayacak" denilmese, hatta, Temmuz 2005'e kadar müzakereler ertelense bile, AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi "Bardağı, dolu tarafından görebiliriz."

Müzakere takviminin verileceğini ilân etmek, Türkiye'nin genişleme süreci dışında tutulmayacağını kabul etmek anlamına geliyor.

Tayyip Erdoğan'ın, Temmuz 2005'e önce iyimser yaklaşması, sonra da bu tarihi kabul edilmez bulması bir çelişki değil.

Bardak dolu mu?

Bardağın dolu tarafı: Türkiye, AB'nin genişleme süreci için, dahil ediliyor. Mayıs 2004 tarihinde, 15 üyeye, içinde Kıbrıs'ın da bulunduğu toplam 90 milyon nüfuslu, 10 üye daha katılacak. 2007'de de, Romanya ve Bulgaristan AB üyesi oluyor.

Türkiye'ye müzakere takvimi sözünün verilmesi, nihai olarak, tam üyeliğe kabul edileceğinin bir taahhüdü gibi değerlendirilebilir. Geri dönüş yok.

Bu bardağın dolu tarafı.

Bardağın boş tarafı: Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmemize rağmen, ayırımcılığa tâbi tutulmamız, rencide edicidir.

Gerçi Türkiye hazır; ama Avrupa buna hazır değil. Çünkü böyle büyük bir gayret ve faaliyet beklemiyorlardı. Yunanistan'ın isteksizliğinin arkasına gizlenmeyi umuyorlardı.

Mayıs 2004'te AB'ye girecek 10 ülkenin toplam nüfusu 90 milyon. Tek başına Türkiye'nin nüfusu 70 milyon. Felsefî mülâhazalardan ziyade, ekonomik endişeler ağır basıyor. Türk toplumu AB üyeliğine hazır ama, Batı kamuoyu Türkiye'nin tam üyeliği konusunda mütereddit.

Medeniyetler çatışması

Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini en fazla isteyen ülkelerden biri Amerika. Sadece Irak konusunda Türkiye'yi müttefik olarak gördüğü için değil. Bence, 11 Eylül sonrasında, dindar/demokrat politikacıların işbaşında bulunmalarını, ABD, ciddi bir şans olarak değerlendiriyor.

Burada, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının emelleriyle, ABD Başkanı Bush'un beklentileri birbiriyle örtüşüyor.

Her ikisi de, Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezinin çökmesini istiyor. Huntington, İslâm/Hint/Çin medeniyetlerinin Hıristiyan/Batı kültürüyle uzlaşmadığını ve komünizmin çökmesinden sonra, soğuk savaşın yerini, Hıristiyan dünyasıyla, İslâm medeniyeti arasındaki çatışmaların alacağı haberini veriyor. 11 Eylül ve öncesinde, sözde "İslâmiyet" adına yapılan terör eylemleri ve buna Amerika'nın gösterdiği tepki, Huntington'u doğrular mahiyette bazı gelişmelere yol açtı.

Bush, AK Parti iktidarını ve Türkiye'yi yanına çekebilirse, Müslüman ülkeleri hedef almadığını, amacının, terör ile mücadele olduğunu daha iyi anlatabileceğinin farkında.

"İslâm tehlikesi(!)"

Georgetown Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler kürsüsünde görev yapan Prof. John Esposito, "İslâm Tehlikesi... Hayal mi, gerçek mi?" kitabında, medeniyetler çatışmasının doğru olmadığını izah ediyor.

Esposito'ya göre, Batı'nın, İslâm'ı bir tehdit gibi görmesinin temelinde, toptancı bakış açısı yatıyor. İran ve Sudan'ın bazı şiddet eylemlerini desteklemesi, kimi Müslümanların Batı'ya cihad açması, İslâm devrimini başka ülkelere ihraç gayretleri bir yandan; Avrupa'nın geçmişteki sömürgeci siyaseti, petrol çıkarları yüzünden Arap dünyasının otoriter rejimlerini desteklemesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra doğan Irak, Lübnan, Suriye vs gibi yapay devletler, İsrail'in kurulması, Filistin problemi diğer yandan; korkuları besleyen, sorunları doğuran ve İslâm'ın terör ile özdeşleşmesine yolaçan gelişmeler.

* * *

Huntington'un yanı sıra, Bernard Lewis de, İslâm ile Batı arasındaki münasebetleri nefret ve öfke zeminine oturtuyor. Lewis'in bu bakış açısı da, Batı âleminin, Müslüman ülkeleri olumsuz bir biçimde değerlendirmesine yol açtı.

Esposito kitabında soruyor: "Niçin Pakistan'daki atom bombası yerine, 'İslâm bombası' deniliyor? Kimse, neden İsrail veya Amerika'nın nükleer imkânlarından bahsederken 'Yahudi veya Hıristiyan bombası' demiyor?"

Esposito'ya göre, İslâm dünyasına bu toptancı bakış açısı, hatalı değerlendirmelere sebebiyet veriyor. Çünkü, sistemi yıkmak için şiddete başvuran Siyasal İslâmcıların yanı sıra, sistem içinde kalarak, demokratik kuralları benimseyerek, "yönetici elit'e" meydan okuyan, onu değiştirmek isteyen İslâm kökenli hareketler de var.

Bu toptancı bakış açısının benimsenmesinde, İran devrimi ile bazı terör eylemleri (Mısır'daki turistlerin katledilmesi, Kenya ve Tanzanya'daki ABD Büyükelçiliklerine saldırı. Usame Bin Ladin'in Batı'yı şiddet eylemleri ile vuracaklarına dair açıklamaları vs) önemli rol oynadı.

Ama nasıl Sırpların, Bosna'daki etnik temizlik hareketine, "Hıristiyan vahşeti" demiyorsak, Şaron'un Sabra ve Şatilla katliamını, "Yahudi katliamı" diye adlandırmıyorsak, "Cihad" adı altında yürütülen şiddet eylemleri dolayısıyla, bütün bir İslâm âlemini karalamamak lâzım.

Hatalı izlenim

İşte, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve Avrupa'ya, AK Parti iktidarının verdiği "Biz medeniyetler çatışmasına karşıyız" mesajı, güvensizlik ve korkudan oluşan böyle bir zemine oturuyor.

Tunus, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerin yönetici seçkinleri de (medya mensubu, sivil asker bürokrasi ve politikacısı da) geçmişte, İslâm'ı, Batı dünyasına bir tehdit olarak takdim ettiler.

Esposito kitabında, Tansu Çiller'in, 1995 seçimleri öncesinde, Amerika'da destek ararken, "DYP iktidar olmazsa İslâmcılar gelir" propagandasını yaptığını söylüyor. 28 Şubat döneminde de, hep korkuyu besleyen mesajlar gitti Amerika'ya ve Avrupa'ya. Başörtüsü dahi, rejime karşı bir saldırı aracı olarak gösterildi.

Bu yüzden Tayyip Erdoğan'ın, Avrupa ve Amerikan liderleriyle bizzat görüşmesi çok önemli.

Sadece AB'den müzakere takvimi almak için değil. Yıllardır oluşan peşin hükümleri ve yanlış değerlendirmeleri silmek için de önemli.


10 Aralık 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED